Beş senede kalabalık ile fakirleştik

KKTC ekonomik refah için Türkiye ile işbirliği içerisinde hareket etmeli. Bu yüzden geçtiğimiz günlerde Recep Akdağ’ın kişi başı gelir hedefini 25 Bin Dolar olarak telaffuz etmesi önemli.

KKTC’nin ekonomik refahı, Kıbrıs Türkü’nün geleceğini güvence altına alacaktır.

Kendi ayakları üzerinde duran KKTC aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kaynaklar üzerinde hak ve menfaatleri için de elzemdir.

Taşıma iş gücü üzerine kurulmuş özel sektör ve 1980 Model hantal devlet yapısı ile KKTC ekonomik refaha nasıl ulaşacak?

Daha fazla Turist ve Öğrenci bu hedefe ulaşmak için yeterli midir?

Seçimden sonrasını planlarken ilk önce içinde bulunduğumuz durumu iyice anlamalıyız. Bir önceki Seçim’den, 2013, bugüne neler değiştiğini bulmalıyız.

25 bin dolar hedefine nasıl ulaşılacak?

KKTC Halkına ekonominin durumunu sorduğunuzda aldığınız bir numaralı şikayet pahalılık. Ancak pahalılıkta günah keçisi döviz artışı değildir.

Makro ekonomik sorunların kısa vadeli döviz hareketleriyle açıklanamaz. KKTC’de kişi başı gelir ve asgari ücretlinin alım gücü son 5 senede nasıl seyrettiğini incelediğimizde karşımıza daha net bir tablo çıkmakta

.Tablo 2 - Kişi Başı Gelir (Kaynaklı)

2012 yılından günümüze hem Kişi Başı Gelir hem de Asgari Ücretli’nin alım gücü düzenli bir şekilde geriledi. Bu yüzden KKTC Halkına herşey daha pahalı gelmekte.

25 bin dolar hedefini koyarken ilk önce geriye düşüşü nasıl durduracağımıza çare üretmeliyiz.

2013 Seçiminden sonra CTP-DP, CTP-UBP ve UBP-DP Hükümet kombinasyonları denenirken hiçbir hükümet ekonomik refahtan  gerilemeyi durduramadı.

Esas ilginç olan ise aynı dönemde KKTC Ekonomisi’nin aralıksız büyümesi oldu. Turizm ve Eğitim adası dediğimiz KKTC’de hem gelen turist sayısı  hem de öğrenci sayısı %50 oranında artarken halk neden fakirleşti?

Daha fazla Turist ve Öğrenci gelirken fakirleşmek normal mi?

Ekonomi büyürken halkın fakirleşmesi hem Dünya’da benzerleri olan hem de sıkça karşılaşılan bir durum.

 “Crowding Out” .

Bu terim tam da KKTC halkının içinde olduğu durumu anlatmakta.

“Crowding Out” Teorisinin kendisi çok basit.

Yanlış devlet harcamaları mevcut aktörleri dışlayan bir talep ya da arz fazlalığı oluşur. Bu da çalışanların alım gücü düşerken fiyatların devlet eliyle artmasına sebebiyet verir.

Bu teoriyi KKTC’ye uyarlarsak: artan Turist ve Öğrenci sayıları devletin kasasına büyük paralar bıraktı. Ancak bu paralar hantal devlet yapısı içerisinde eridi. Vatandaşın gelirine yansımadı.

Artan nüfusla birlikte ev kiraları, yiyecek içecek fiyatları ve diğer tüm mal ve hizmet kalemlerinde taleple doğru oranda bir fiyat artışı yaşandı.

Ekonomik büyümenin getirdiği yeni istihdamlar düşük maaşlı 3. ülke vatandaşları ile desteklendi.  Dışarıdan gelen işçi sayısındaki ciddi artış yerli halkı iş gücü piyasasından soyutladı.

Tüketimdeki  artış üretimde çalışanların maaşlarına yansımadı.  Çalışanların  alım gücü günden güne eridi.

Hayat pahalılığı olduğu doğru, ancak bu pahalılığı dövizdeki değişim yaratmadı.

KKTC hükümetleri kendi halkını korumakta sınıfta kaldı. Hükümetlerin döviz karşısında aldığı önlemler göz boyama amaçlıydı. Esas alınması gereken önlem iş piyasası için gerekliydi.

Döviz ve Hayat Pahalılığı İlişkisi

Dövizdeki dalgalanmalara karşı ülkelerin kendilerini koruma isteği KKTC’ye özgü değil.

Devletlerin kendilerini kur dalgalanmalarına karşı koruma yöntemi geçtiğimiz yüzyılın en büyük iki ekonomistinden biri olan John Maynard Keynes’e dayanır.

Keynes’in teorisine göre ekonomik büyüme ülkelerde dönemsellikleri takip eder. Merkez bankaları para politikaları ile ekonomi hızlı büyürken büyümeyi yüksek faizle yavaşlatmalı ve rezervlerini büyütmeli, ekonomi yavaşladığında ise “Rahat” para politikası ve düşük faizle ekonomiyi hızlandırmalı.

Türk Lirası’nın faiz oranlarının Türkiye Merkez Bankası tarafından kararlaştırıldığından KKTC’nin dövize gerçek anlamda müdahalesibu yüzden mümkün değildir.

Dövize Karşı Alınan Yersiz Önlemler

Her döviz artışında takılmış plak gibi tekrarlanan ekonomik önlemler vardır. Bu tür tavsiyeler KKTC’nin Para Politikası olmadığından kısa dönemli çözümlerdir ve de uzun süre uygulandıkları taktirde ya hiçbir etkileri kalmaz yada çok ciddi bütçe açıklarına sebep verirler.

Yakın geçmişte Döviz artışına alınan yersiz önlemlerden 2 örnek verebiliriz.

Birincisi kira gelirlerinden alınan stopaj türü verginin TL kiralar için %2 daha düşük Döviz kiralar için %2 daha yüksek olması.

İkincisi ise döviz üzerinden ithal edilen ürünlerde ithalatta vergi hesaplanırken Döviz kurunun sabitlenmesidir.

Kira vergileri ile oynamak hem vergi yasasını hem de pratikte ev kiralarının nasıl ödendiğini bilmemekten ortaya çıkar.

Gelir Vergisi Yasası - Madde 31- Fıkra (6) : “Her türlü taşınmaz mal... tahakkuk eden brüt gelirin %10’u, mal ve hakların sahipleri veya temsilcileri tarafından ... Gelir ve Vergi Dairesine ödenir.”

Yani kirayı tahsil eden mal sahibi gidip tahsil ettiği paranın vergisini öder. Peki mal sahibinin bu vergiyi alacağı kiraya eklemesini kim engelleyebilir?

Daha pratik bir yaklaşımla, Türk Lirası’nın senede %30 değer kaybettiği bir ortamda %2’lik bir kira stopajı düzenlemesi ev sahipleri için ne kadar caziptir? Peki sözleşmeye bir madde daha eklersek ve TL’nin değer kaybının %2’nin üzerinde olması durumunda  kira artışlarını dövize endekslersek hangi statüde vergi alınacak? TL mi Döviz mi?

Bu yüzden kira stopajları ile oynamanın kime ne faydası var görmek güç.

Peki ithalatta alınan vergide kurun sabitlenmesinin bir faydası var mıdır?

Kur sabitlemesi ithalatta alınan vergiyi azaltır. Devlet bütçesinin gelir/gider dengesinde gelir bacağının kısaltır.

Gelirdeki kısalmayı karşılamak için gider kısalması da şarttır. Bu yüzden ithalatta alınan vergilerle oynamak parayı bir cepten diğerine aktarmaya yarar.

Ayrıca, ülkeye malı sokarken vergisini daha düşük kurdan ödeyen tüccarın piyasaya ürünü satarken fiyat düşüşünü ne kadar yansıtacağı da muammadır. Bu yüzden uygulamanın muhtemel faydası da orantısız bir şekilde tüccara yansıyacaktır. 

Bizim ihtiyacımız olan politika dövize alınacak göstermelik önlemler değildir. Esas ekonomik önlem iş hayatı ile ilgili olmalıdır.

Halkın genelinin sorunu aslında dövizin artması değil, ülkenin ekonomisinin büyürken kalabalıklaşma içinde boğulmasıdır. Çevre, trafik, ve suçlardaki artış tamamen nüfusun orantısız büyümesiyle paraleldir.

2016’da Devlet Politikası 2,224 Vatandaşı İşsiz Bıraktı

Geçtiğimiz günlerde Çalışma Dairesi normalde paylaşmadığı bir veriyi paylaştı. Ülkedeki istihdam düzeninin ne kadar bozuk olduğu ile ilgili bizlere yorum yapma şansı verdi.

Devlet Planlama Örgütü(DPÖ)’ne göre KKTC’de istihdam rakamları 2015’te 112,811 kişi, 2016’da 118,387 kişi.

Çalışma Dairesi’ne göre çalışma izinli rakamları 2015’te 48,853 kişi, 2016’da 56,653 kişi.

Bu iki bilgiyi birleştirdiğinizde çıkan sonuç: 2016 yılında 2,224 KKTC vatandaşı işsiz kaldı yerine Çalışma İzinli işçiler yurtdışından getirildi.Ya DPÖ’nün yada Çalışma Dairesi’nin verileri yanlış değilse durumu başka türlü yorumlamak mümkün değil.

Tablo 1 - Çalışan Sayıları (Kaynaklı)

Devlet Neden Yerli Çalışanı Korumuyor?

KKTC’de 56,653 çalışma izinli işçiye karşılık, 80 milyonluk nüfusuyla Türkiye’de 64,426 çalışma izinli işçi var.

Aynı dönemde KKTC’ye gelen çalışanlar içerisinde artık üçüncü ülke vatandaşları ciddi bir rakama ulaştı.

2016 yılında KKTC’de çalışan Pakistan vatandaşı sayısı 3,111 Kişi. Aynı dönem Türkiye’de ise 247 Pakistan vatandaşı çalışmakta.

Bu veriler ne kadar absürd bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızı göstermekte. Devletin birçok birçok yanlışı bir araya gelmeden kendi vatandaşını bu kadar ikinci plana atması mümkün değil.

Bu hatalar hepimizin gözü önünde yapılırken hiçbirimizden ses çıkmadı.

Seçim hırsıyla adaylar birbirlerine bel altı vururken çalışma hayatındaki çöküşün hiç gündeme gelmemesi düşündürücü.

Hangi Hatalar Bizi Bulunduğumuz Noktaya Getirdi?

İlk bakışta yapılan temel hatalar: çalışma izni ile çalışacak personelin vasıfları ve sayısı ilgili hiçbir sınır olmaması, çalışma hayatında vatandaşın sırtında daha yüksek vergi yükü olması, ve ülkede çalışanlarlar ile yurtdışından yeni gelecekler arasında hiçbir korumacı önlemin olamaması olarak görünmekte.

Vatandaş Çalışanın Sırtındaki Ödeme Yükü Daha Yüksek

Personel kazancını ve İşveren maliyetini hesaplarken devlete yapacağı Sosyal Sigorta ve İhtiyat Sandığı yatırımlarını da hesaplamaktadır. Halihazırda her iki temel masraf kaleminde de Devletin kasasına Vatandaş çalışan daha fazla ödeme yapmakta.

2007 yılında geçen Sosyal Güvenlik Yasası Madde 7’ye göre istihdam edilen yabancılardan %1.5’luk “İşsizlik Sigortası”  primi tahsil edilmemektedir. Meclisimiz muhtemelen ülkede çalışma izni olmayan bir kimsenin geri ülkesine geri döneceğini var sayarak bu tür bir  tahsilat yapmayı uygun görmemiştir. Peki pratikteki yaşanan bu mudur?

Eğer böyleyse artık sokaklarda görmeye alıştığımız dilenciler, banklarda yaşayan insanlar iş güç sahibi insanlar mıdır? Çalışma İzni affında oluşan kuyruklar işi varken kaçak duruma düşen kimseler midir?

Ülkede kaçak pozisyonuna düşen bir çalışma izinli kişinin yaşadıkları hepimizin omuzlarında sosyal bir sorumluluktur.

Meclisin tahsil edilmesini istemediği %1.5 ufak bir rakam olarak gözükebilir. Ancak ülkede 50 Bin’i aşkın çalışma izinli olduğunu düşündüğünüzde senelik kaybedilen rakam 1.6 Milyon TL’dir.

Diğer taraftan İhtiyat Sandığı yatırımlarında Vatandaş’tan %4, İşverenden %4 tahsilat yapılmaktadır. Çalışma İzinli olunması durumunda ise sadece işverenden %5 kesinti yapılmaktadır.

İhtiyat Sandığı fonuna yabancı çalışanlar üzerinden aktarılan tutarın Yerli İstihdam Teşvik Fonu’na ödendiği gerçeği personel maliyetlerini değiştirmemekte. Vatandaş çalışan neden her ay %4 kazancını devlete rehin bırakıyor?Neden Yabancı Çalıştırmak %3 daha ucuz?

Dünya üzerinde başka hangi Devlet kendi vatandaşının istihdamına köstek olur?

Vatandaşları Korumak İçin Ne Yapmalı?

KKTC’deki çalışma hayatı düzenlenecekse ülkenin, vatandaş olsun yada olmasın, tüm paydaşlarını koruyacak şekilde düzenlenmeli. 3 Basit öneri ile hem mevcut yabancı çalışanların KKTC’ye aidiyeti desteklenebilir hem de KKTC Halkı’nın, vatandaş olsun yada olmasın, alım gücündeki erimenin önüne geçilebilir.

Ülkeye giren zeytin yağını kısıtladığımızda iç piyasada zeytin yağı üreticisi yüksek fiyatlarla korunur.  Aynı yöntemle çalışanlar da korunabilir.

Ülkeye girecek olan “Yeni” yabancı iş gücü DPÖ’nün istihdam ön görüleri doğrultusunda kısıtlanmalı. Şu anda %40’larda olan yabancı işgücü mutlaka süreç içerisinde %10-%15 seviyesine gerilemeli. Böyle bir önlem hem vatandaş hem de yabancı çalışanların maaşlarının, aynı zeytin yağında olduğu gibi, artmasını sağlayacaktır.

İkincisi, hem Sosyal Sigorta hem de İhtiyat Sandığı ödemelerinde mutlaka çalışma izinli personel ve vatandaşın yatırımları eşitlenmeli.

Son olarak da uzun dönemli işçi-işveren ilişkileri desteklenmeli. Ülke farketmeksizin, ülkeye çalışma izni ile gelen tüm işçilerin çalışma izin harçları ülkede kaldıkça azalmalı. Böylelikle yabancı iş gücünün ülkeye aidiyet iç güdüsünün geliştirilmesine destek olunacaktır.Uzun dönemli çalışan Vatandaş olduğunda da toplumdan daha az tepki alacaktır.

Seçim ve Sonrası

2013 seçimlerinden günümüze kadar gelen düzenli fakirleşmenin sebeplerini, hayat pahalılığının neden ortaya çıktığını ve sonrası için neler yapabileceğimiz ortada. Bu sorunlar 3-4 yasanın yeniden düzenlenmesiyle düzeltilebilir. En azından fakirleşmenin önüne geçilebilir.

2018 seçimlerinden sonra böyle bir irade mecliste yer alacak mı? 8 Ocak sabahı 3 partili yamalı bohça bir hükümetin kurulacağına büyük bir inanç var. KKTC’nin geçmiş performansına da bakıldığında gözüken bir sonraki seçim için 4.5 sene beklemeye gerek kalmayacağıdır. Belki halk olarak biz, bir şekilde, hepimizin faydasına olacak düzenlemeler için hareket edersek, 25,000 USD olmasa da, en azından 2013’deki halimize geri dönebiliriz. Geleceğe daha büyük bir umutla bakabiliriz.