“Yarım Canlar Destanı” oyunu seyircisiyle buluştu… “Yarım Canlar Destanı” oyunu seyircisiyle buluştu…
Genç şair ve yazar Mehmet Gündoğan lütfedip iki keredir üniversitedeki odama “Sözlük Odası” ve “Kendilemeler” adlı son kitabını bıraktı. Uzun zamandır başka kitapları okuduğum ve tanıtmak için sıraya koyduğum için ancak kendisinin bu iki eserini okuma fırsatı buldum. Son yıllarda okuduğum şiir kitapları içerisinde en derinlikli olanlardan bir kaçıdır diyebilirim. Güçlü sözcükleri, felsefik  altyapısı, içe ve dış  dönük sorgulamalar şiirlerindeki öne çıkan unsurlar. Kıbrıs Türk şiirindeki en çok aradığımız derinliği genç şairlerde pek bulamasak da Mehmet Gündoğan bence bu aşamayı aşmış. Özgeçmişinde görüleceği gibi roman ve anlatı türündeki eserleriyle de adım adım yazınımızda adından söz ettirecek değerli bir insanımız. Eserlerini okumanızı salık veririz.   
 
 
GÖLGELER
Opium kokusuyla şiir oğlaktı. Korkunç neon mavi, gül gergedandı. Kafiyeli gazel gül redifti, usulca akıyor ağıtların tekke uzleti gibi sessizliği.
Korkunç yıkık şiir, kahrı eşkıya, iflah olmaz hareleri küheylanlarla. Mahzun, kesik bir güz, zehir gibi çağlayan safran, tunç bilekleri kanıyor gecenin.
Yahut bir çiğdemde bir Kervankıran, vakur, kadife bir gam nakışlanıyor lâl.
Dar gelir ekinler göğe, mahmur laciverdi erguvanlar, içimde yanıyor külhan.
Evvel bahar tecrit edilmiş bir güldür kanadımda çerağ, ağlıyor asi bir serencam.
Uçsuz bucaksız dağdır, bir şehrayin hummasıdır, talandır, vahim bir bahçıvandır.
Geniş çığlıklar, kekliğe duran sevdadır, çoktandır kayıtlarda ima, sara balı gibi aynalar, ayıklar zamanı mahsus başıbozuk metâlardan.
Gül tetiği çekilmiş sevdadır. Kül döndü bakıra, elleri nergis, kalbi çeyiz.
Kararı gül, peşin bir gül evvelâ! Konacak saatlerin dakikasına.
Odası küf, mavzeri çalıyor çil mısralarda, tesadüfün şevkiyle zemin müsait,
Halis bir sikke gibi şiir düştükçe kalbinin akçelerine;
Ağdalı lisanıyla ilave edilmiş bir gül daha! Firari bir kurt pusuda,
Zaman kırışığı çizgiler alınlarda, boz bulanık bir düşün akisleri hatıralarda.
Hüznün kâselerinde sulardan yansıma yeridir; Baudelaire.
Siyah bir dairedir pergel, kalbimin kasrında bir risaledir ıhlamur renginden;
Mecazın sekisinden, gönül sermayesidir berikilerin öpüşlerine yatırılmış muhtemel. Kadehlerde elem, uhrevi bir misal rengi, ahengin yürüyüşüyle selamlıyor bir irkilişle şikâyetlerini gerilmiş dudaklarının gelinciklerini.
Ehemmiyeti yok basılmış fihristinde ruhunun garabetleri. Kalbe acı veren yalnız, sisleyici gölgelerdir.
 
"gavnngavrıngavnncık"
Evde hiç rahat yok elektrikler kesiliyor birden.
Çocukça kuruluyorum; asabi, falanca filancaya.
Bunca kendince nesneler var diye, hep birden.
Onlarca nece konuştukları, onca şeyden sonra.
Açıkça çılgınca ve çokçası önceden bilinmeyen.
Yalnızca bir gözcü göz gerer odalığının optiğiyle.
Bir yaşam var mı diye kendi içinde örcünlerden.
Ayakçın çıkar iner anneannemin akçıl evinden.
Dedem saat tamir eder erdemli yöntemlerden.
Sinecen bir gölge onları aldı üşengeç gecelerden.
Bu bir yıkıcı başlangıçtı bulaşıcı çiğel renginden.
Ardıl öldüler, ığıl ığıl aktılar belirsizliğin içinden.
Ağıt yakıldı. Mevlid okundu. Üşüdü güvercinler.
Kuşlar, dış duvarın köşesinde kurdular yuvalarını.
Yaşlandı erik ağacı. Düştü yıldızlar bir bir geceden.
Topladı onları kuş yuvası sofraya koydu bilmeden.
O gece yendi tüm yıldızlar anneannemin düşlerinden.
Masaya biraz mutluluk kondu. Biraz gülüşlerden tuz biber.
Plak açıldı tango sarkılan, anneannem dans etmeye başladı.
Sonra kapı çalındı. Yağmur girdi içeri, bir de tatlı ekşi hüzünler.
Oynadık "gavrıngavrıngavnncık" ve de "pire ısırdı çık yukarı".
Tutarlı töz, transandantal tümdengelimler, tümevanm tüzeler. Upuygun usavurmalan uzamları usdışılann, uzaysal uzlaşım. Varlıksızlığa vargılar, varsayımlar, vicdana vedalar. Değil-yanlış yanılsama yalın görü yeter yeti yüklemleri. Hayyam rubailer ve aynalarda enfüsi denklemler. Her şey yapılma sırlı alfabeden, Ben'in dilbilgisi matem. Hayat geçeğen, sarkaç geceler, çizmiyor kaderi imleç. Ulaç odalık, anlam anlamsızlığı tamamlayan bir tümleç. Oda hep kaygı-algı kurmacası, kendimce değil-Ben.
 
TÜRKÇE'YE FRANSIZ
Türkçe'ye Fransız bir pantolon, giymiş potinlerini, giymiş ceketini. Elinde içine tramvay giren bir paket. Saten tuvalet dekolteli bir rüzgâr ve bulut manto giyinmiş üstüne hava soğuk diye randevuya hazırlanıyor. Otomobile binecekken liseli sevgilisi motorun akaryakıtı bitiyor. Kız salona dönüp sofaya oturuyor. Hiç etrafa serpantinler saçacak hali yoktu. Eğlenemeden eğlence bitmişti. Abajurdaki ampulü açtı. Manikürünü tazeledi. Kafasının üzerinde konuşma balonları açıldı. Arabanın lastikleri de patlamıştı. Kızın balkondan kendini atası vardı. Kokusunun esansı bekledikçe koridorlara yayıldı.
Kanepe akordu yapılmamış bir gitar gibi anarşiye başlamıştı. Tül perdeler septik, kapalı. Kornişlerde yok perdeler asılı. Hani sinemaya gideceklerdi? Apartmanın
elektrikleri kesildi. Bonjur sana kendim konsolun üzerindeki aynadan. Pardon ama kaç mil kendinden uzak
insan kendine matmazel. Şimendiferdeki bir tren gibi yalnız bir tünelin karanlığında bakire dekoru yapıyordu vagonların içine kız. Komik bir kavalye arıyordu kendisini güldürebilen. Tentelerin altında lüks şezlonga uzanmış pasif bir kız değildi o. Şımarık değildi. Yaşına göre iyi bir entelektüel sayılırdı. Belki bir matematik formülü keşfedecek kadar değil ama onun çok geniş bir fantezi dünyası vardı. Bu arada erkek arkadaşı petrol almayagitmişti. Kız da gelecek ideallerini düşünüyordu. Kendine ültimatomlar yağdırıyordu. Kendini bir artist hayranı gibi kendi gözünde büyütüyordu. Bir revolver kurşunu gibi kalbine giren korkuları vardı hayattan. O ara yüzündeki makyajı tazelemeye devam etti. Pudrasını sürdü. Artık sinemaya bilet kalmamıştı. Duygularını komisyona verdi. Duygularının armonisi araştırıldı. Teknik özelliklerine bakıldı. Gizli bir sembol var mı diye. Fakat hiçbir ters pozisyon bulunmadı. Romantik ve estetik bir sürprizle erkek arkadaşı elinde büyük bir sinema perdesi ve sinema projektörü ile geldi. Kız barbar düşüncelerden sıyrıldı. Erkek arkadaşını öldürmeyecekti. Sadece mistik bir diktatör gibi erkek arkadaşını uyardı. Konservatuarı bitirmiş eğitimli bir ses gibi hoparlörlerden filmin sesi geldi. Film metafiziği işliyordu. Bu sıra iyotu fazla gelmiş mavimtırak bir karanlık ortamda hüküm sürüyordu. Karanlık; yıldızları eterle silip, gölgeli bir pelerin giymiş gibi aşkın operatörü geceye bırakmıştı. Oradaki tek asistan sessizlikti. Antiseptik madde ise öpüşmeleriydi. Gece bir pansuman olmuştu onlar için. Bu yıl fakülteye gireceklerdi. O yüzden kürtaj gerektirecek bir cinsel ilişkiden kaçınıyorlardı. Bir doktorun stajı gibi birbirlerine acemice dokunuyorlardı. Sevişmenin vapuru birazcık da olsa açılmıştı. Sığ üçgene uzak bir konsültasyonla geçiştiriyorlardı. Polis baskın yapmadı. Otomatik yazılmış bir romanın küçüğü gibi bir hayat yaşıyorlardı.

Karşıyaka'da Bir Uhrevi Kütledir Yılan
Geceleri it ürür ay ışığı yokuşunda. Hüzün perdesi çekilirken dudaklarına; Yeşil bir su akar gecenin asi renginden. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan.
Bir çıban yarası gibidir, gece aynalar. Mor bir fecir sokulurken ılık teninden; Dağılarak gelir vehim, korkunç çırılçıplak. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan.
Nihayetsiz bir ruyâ, fenalık ve nisyan. Badanasız gözlerin seraplaştı ihtimal. Enfüsi kekiğinden rahlelerde dualar. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan.
Pusuda gölgeler, gecenin ininde keklikler. Sıcacık dudaklarında hâlâ müstakil çizgiler. Bir sus gibi sonsuz gülüşlerinde titreyen. Mütemadiyen, ışık ve ses, akisler ve zaman. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan.
Gözlerinin rıhlarında ruhumun esrarlı serabı. Semavi bir öpüşle dökülen bu şiirin akşamları. Kelebek yanığı bir gülün yanağında ne kaldı. Sütliman bir beyazlık ve gamzeler buğulandı.
Zehir zıkkımdır gece, aklımda kum gibi cinler dolaşır. Şiirini koyup gidiyorsun kalbimden sen zangır zangır. Dip karanlıklarınla; meymenetsiz dudaklarımdan. Berelenmiş kalbimi hiç işitmedin mi? Vakitsiz uslanır.
Kaburgalarımda tenha kıyıların burgaçlanır. Güya, eskiyip unutuldukça derinliklerimde; Uyumludan uyumsuza öpme dersleri alınır. Kapatırım arayı gözlerinin kanvasından. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan.
Bir marşandiz treni gibi hâlesiyle usulcacık; Giriyorum gizlincikgizlincik daracık nilüferlerine. Gece kalktı. Fısıltılar yekindi. Çiyler aktı. İpek bir beşik gibi bulutlar ne ağır çağladı.
Sanatkârane bakışlar, pullu, nazlı bir. hayâl. Karşıyaka’da bir uhrevi kütledir yılan!
 
Mehmet Gündoğan kimdir?
8 Ocak 1983 Lefkoşa doğumlu. Doğu Akdeniz Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ihtisası yaptı. 4 yıl boyunca Diyalog Gazetesinde köşe yazarlığı, kısa bir süre de özel bir dershanede Türkçe öğretmenliği, 2014 Kasım ayından beridir de Arjantin Tango Salon dansını icra etmeye çalışıyor.
Yayımlanmış eserleri:
Kalbin Cennet ve Cehennemi/Dorlion Yayınları - Roman
Aşk, Tango ve Felsefe/Dorlion Yayınlan - Roman
Âşk'a Yolculuk/Cinius Yayınlan - Roman
Derviş/Cinius Yayınları - Anlatı
Bir Metafizikçinin Günlüğü/Cinius Yayınları - Anlatı
Ruh Çıkmazı/Dorlion Yayınları - Roman
Âşkın Metafiziği: Peyker ile Kemâl/Flora Kitap - Anlatı
Haşlanmış Düşünceler Gezegeni ve Bazı Tuhaf Mutluluklar/ Dorlion Yayınları - Çocuk Kitabı Yalınayak/Dorlion Yayınlan - Şiir
Nokta ve Boşluk/Tilki Kitap - Çocuk Kitabı
Metafizik Adam/Dorlion Yayınlan - Anlatı
Tavan arası/Dorlion Yayınları - Şiir
Kumdan Kale/Dorlion Yayınlan - Roman
Herhangi Bir Şimdi/Dorlion Yayınlan - Şiir
Sözlük Odası/Pikaresk Yayınevi - Şiir
Odada Gölgesiz/Dorlion Yayınları - Anlatı
Kendilemeler/Hayal Yayınlan - Şiir