20 Temmuz’un Perde Arkası

Abone Ol

Doğruların kötü bir huyu vardır, eninde sonunda ortaya çıkarlar. Bu deyişi çok severim. 2011 yılında Muzaffer Paşa’yı Ağustos ayında resmi davetli olarak geldiği bir resepsiyonunda tanıma fırsatını buldum. Kitabını yeni okumuş olduğum için hemen konuya girdik. Muzaffer Paşa, Muzaffer Sever ( TMT’deki ismiyle Mete Bey) Emekli Korgeneral, 1970’de Kıbrıs’ta Bayraktarlıkta görev yapmış, daha sonra 1974 savaşına Kurmay Albay olarak katılmıştı.Kitabı “20 Temmuz 1974 - Kıbrıs Bitmeyen Gece” ikinci baskısını 2012 yılında yapmıştı.Kendimi tanıttıktan sonra Larnakalı olduğumu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974 sabahı neden Ada’nın sadece kuzeyinden çıkartama yaptığını, Makarios’un  Garantör Ülkelere çağrısı ortada dururken neden Türkiye’nin  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşruluğunu Rumların elinden alacak tarzda bir harekat izlemediğini ve sadece Kıbrıs’ın Kuzey yarısına bir çizgi çizerek  bu günkü sınırları yarattığını sordum. Üstelik Kıbrıslı Türklerin nüfusunun dörtte üçü Güney Kıbrıs’ta yaşamaktaydı. Başka bir deyişle Kıbrıslı Türklerin can güvenliği birincil konu değilmiydi? Nüfusun büyük çoğunluğunun güneyde yaşaması, çıkarma harekatının ise Kuzeyde olması  güneydeki sivil halk açısından büyük bir risk taşımıyor muydu?Sorularımı bizzat Sayın Komutana iletme şansı bulmuştum. Tabii ki Sayın Muzaffer Sever diplomat veya politikacı değildi, aslında bu soruların esas muhatabı da değildi.Askeri planlara baktığımızda Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’ye yakınlığı dikkate alındığı ve stratejik kısım olarak adanın Kuzey yarısının hedeflendiğini yine yayınlanan tüm kaynak kitaplardan öğreniyorduk.Bu da Türkiye’nin derin siyasetinde Kıbrıs sorununun çözümünü iki bölgelilikte veya taksimde gördüğünü ortaya çıkarıyordu. Daha doğrusu sadece Türkiye’nin değil, Amerika’nın, İngiltere’nin  ve hatta Yunanistan’ın dahi 1960’lı yıllardan adanın taksimi yönünde planlar yaptıkları artık resmi belgeler, kaynaklarca da doğrulanıyor. (Bkz. sayfa 153. Kıbrıs 1963-1964 İLK BÖLÜNME-Makarios Druşotis) 

Kıbrıs konusunda piyasaya çıkan ve Amerikan gizli istihbarat  servisinden emekli olduktan sonra eski belgelere dayanarak yazılan “KIBRIS KOMPLOSU” adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim.Kitabın yazarları Brenden Omalley ve E. Craig teşkilatta çalıştıkları dönemde Kıbrıs masası çerçevesinde gerçekleştirdikleri faaliyetleri ve Amerika’nın siyasi stratejilerini belgelere dayanarak anlatıyorlar. Bu kitaptan okuduğumuz kadarıyla, 1964 yıllarında Kıbrıs’a bir Türk Askeri müdahale planı hazırlanıyor ve muhtemel çıkarma bölgesi yine Girne olarak düşünülüyordu. Harekatın sonlanacağı sınırlar ise yine şimdiki sınırlara çok yakındı.Daha önce de tekrar ettiğim ve ısrarla savunduğum bir tez var.  Kıbrıs Cumhuriyeti’ni terk etmek veya meşruluğunu ve yasallığını Rumlara terk etmek, Kıbrıslı Türk Yönetimi’nin tarihte yaptığı en büyük yanlıştı. Rumların her türlü tehdidine rağmen, merhum İsmet Paşa’nın, (İsmet İnönü’nün) Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Küçük’e  gönderdiği mektupta yazdığı gibi  “Mal ve canımızı koruduğunuz gibi, Milletlerarası  camianın  resmen tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki  haklarınızı da koruyun” uyarısını  o zaman dinlemiş olsaydık veya 1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yapılan darbenin ve Türkiye’nin askeri müdahalesinin yarattığı yeni koşulları, Türkiye Hariciyesi- Denktaş yönetimi doğru değerlendirmiş olsaydı bugün Kıbrıslı Türklerin siyasi tanınmışlık sorunu olmayacaktı. Zor bir savaşın hatıratını okumak isterseniz, Muzaffer Paşa’nın  “Bitmeyen Gece Kıbrıs”  kitabını da okumanızı tavsiye ederim.Bakın Sayın Komutan Muzaffer Sever kitabının ön sözünde ne diyor: “Kıbrıs Barış Harekatı’nı yazmaya karar verinceye kadar tam 35 sene bekledim. Daha önceleri denedim, ama henüz zamanı değil , kimseyi kırmak istemiyorum dedim ve bekledim. Bugüne kadar çok yazan oldu. Ancak harekatın küçük bir bölümünü yazdılar. Genelde askerler yazmamam konusunda beni etkilemeye çalıştılar. Sivil tanıdıklarım ise ağırlıklı olarak yazmam yanlısı idiler. Kol kırılır, yen içinde kalır, bu cümleyi yıllardır beynimde sorgular dururum, acaba öyle mi olmalı diye. Ama şimdi, artık bu sözü değiştirmek gerekir diyorum. Belki de başımıza gelen büyük kötü olayların altında bu söz yatıyor. Bundan böyle kırılan kol yen içinde kalmasın herkes yaptığının, sevabının ve günahının hesabını versin, karşılığını alsın. Savaş bir gerçektir. Hiçbir film gerçek değildir. Oyuncular senaristin yazdıklarını, rejisörün emrine göre oynarlar. Hamaseti, şaşaayı sevmem. Şayet bu Savaşın romanını yazacak biri çıkarsa buyursun yazsın. Kitap çok sayfalı olsun diye masal anlatacak olayları abartıp duygulara seslenecek bir davranış içinde olmamaya çalıştım. Özellikle genç subay ve astsubaylara seslenmek istedim. Ne kadar başarılı oldum, bilmiyorum. Takdir sivil ve asker okuyucularındır.”….

Bence de takdir okuyucunundur.