Başbakanımız Ersin Tatar’ın, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “kabul” edilmesi, bol bayraklı basın toplantısında “şükran” duygularının “patlama” yapması, iç politikada bundan sonraki dönemde yaşayacaklarımız bakımından önemli ipuçları içeriyor…
Ersin Tatar; UBP içinde “anavatana bağlılık” bakımından belki en güçlü duygulara sahip politikacıdır…
Altı yedi yaşlarında mücahit üniforması içinde, askeri komutanlara selam çakan fotoğrafları vardır…
TC Cumhurbaşkanı ile ortak basın toplantısı, belki yaşamının en mutlu anlarından biri olmuştur…
Onu tanıyanlar; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında göğsünü kabartmasının, sözlerindeki titreşimin, heyecanının doruklarında gezinmesinin içinde hiçbir “yapmacık”lık olmadığını bilir…
Yani, küçücük ülkemizde hükümetteki “sağ” partinin milliyetçi Başkanı; duygularıyla, heyecanıyla, yanlış tabela ile verdiği pozlarla, “Come on Ers” deyişi ile bizleri güldürüyor, gevşetiyor…
Eh… Daha ne olsun?
Başbakanlık istiyordu; aldı…
Türkiye’de en üst düzeyde ağırlandı…
Artık; Anadolu kasabalarındaki yerel yöneticiler, tabela asmaktan, ok fırlatmaya, Malazgirt ovalarında at üstünde gezdirmeye kadar bizim Başbakan’ın “marka değerinden” yararlanacaklardır…
Başbakan’ın bu “düğün dernek” modundaki “performansı” ruhunu okşayabilir, fırkateynlerin ortasında Yavuz sondaj gemisi üzerinde çektirdiği özel yelekli fotoğraflar siyasi kariyerinde pırıl pırıl parlayabilir, Adana, Mersin, Konya ilçelerinde “anavatancılık” duyguları alıcı bulabilir; ancak bu “acemilik süreci” biraz fazla uzamadı mı?
TC Cumhurbaşkanı ile düzenlenen ortak basın toplantısında, Başkan Erdoğan, yazılı metinden ve dikkatli biçimde konuşurken, bizimkinin önünde bir not bile olmaması, “daldan dala” atlaması, cümlelerin sonunu incir ipi gibi uzatması, özneyi, yüklemi yutması hiç de “yakışık” almadı…
Başbakanlık’ta “danışman” diye koridorlarda kartvizit dağıtan “avaracı”lar gezinirken, bunlardan bir tanesi oturup Başbakanı’na bir konuşma yazamaz mıydı?
Adam; Fatin Rüştü Zorlu’nun adını bulmada zorlanırken, “bu fedakârlıklar ileri sürülmektedir” diye anlamsız cümleler kurarken, Tatar’ın maaşlı akıl hocaları, etrafındaki dünya kadar şakşakçı hiç mi utanmadı, hiç mi yüzleri kızarmadı?
Başbakan’ın şaka yapması, bizleri güldürmesi ne kadar saflık ve samimiyet içerirse içersin; bu “resmi” törendeki “gaf” ona yakışmadı…
Tatar’ın Sayın Erdoğan’a “Cumhurbaşkanım” diye en az üç kez hitap etmesi, şükran çekmesi, siyaseten bağlılığının dozunu kaçırması “ayrı devlet” talep eden birinin duruşu ile pek de uyumlu sayılmaz.
Ancak sevindirici olan şudur ki; çözüm ve görüşmeler konusunda Sayın Tatar, Kıbrıs’ta bol keseden ve kavgacı bir üslupla veryansın ederken, orada “umut arzetmiyor” ve “anlamlı değil” gibi ifadelerle keskinliğini bir miktar törpüledi.
Erdoğan’ın da Rum tarafına, AB’ye yüklenmesi ve Türk toplumunun “birlik ve beraberliğinden” söz etmesi, bir süreden beridir iki koalisyon ortağının yürüttüğü “maceracı” çizginin Ankara’da pek de “zemin” bulmadığını gösteriyor.
Aslında, UBP-HP Hükümeti’nin kurulmasından bu yana, ortaya çıkan asıl gerçek şudur:
Kıbrıs’ta ister “sol” hükümetler olsun, ister “sağ” hükümetler olsun, bundan böyle Türkiye’den “ekonomik yardım” sağlamak, deveye hendek atlatmaktan çok daha zor olacaktır.
Herşeyden önce, artık verilecek yardımın bütçelenmesi, serbest bırakılması, buraya aktarılması hep “talimat”a göre olacağı için her defasında İstanbul’a, Ankara’ya çağrılma ve “Bu parayı veriyoruz amma…” sözleriyle muhatap olma söz konusudur…
TC’yi yönetenlerin yeni “tarzı” budur…
Dikkat ediniz; geçmiş hükümetin başbakanı Erhürman, hem Erdoğan’la, hem de Yardımcısı Oktay’la sürekli görüşüyor ama bir türlü “para akışı” olmuyordu…
Yeni hükümet de, aynı “elek”ten geçiriliyor… Başbakan ile Yardımcısı koşa koşa İstanbul’a gitmişlerdi. 750 milyon “müjdesi” ile geldiler. Temmuz’da imzayı da attılar ama gene “serbest” bırakılmadı para… Şimdi Ankara’ya davet edildiler. Başbaşa görüşmeler yapıldı.
Bizim Başbakan 750 milyonu bir kez daha açıkladı. “KKTC’ye kaynak akışının başlaması için gereken talimat verildi” dedi…
Ne yalan söyleyeyim; Başbakan’ın kırdığı hiçbir “pot” bu ikide bir “kaynak akışı” müjdesi vermesi kadar beni incitmiyor…
İnanıyorum ki; Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu bu gibi açıklamalardan ve sadece gelecek paraya odaklanmaktan rahatsızdır…
Artık; TC’den para gelmediğinde “maaşlar ödenemiyor” durumu da yoktur… Kıbrıslı Türkler, ödedikleri inanılmaz dolaylı vergilerle memurlarımızı “maaşsız” bırakmıyorlar…
Türkiye’nin, yılsonuna kadar “gıdım gıdım” vereceği para; sıradan yurttaşın, memurun, işçinin, özel sektör çalışanının hiç de umurunda değil…
Onların yaşamına bir kuruşu bile dokunmayacak…
Bu yüzden Tatar’ın günde üç kez “kaynak akışı”nı yüzümüze vurması, çok incitici ve aşağılayıcıdır…
Hele tüm bakanlarını Ercan’da mesai saati içinde kırlangıçlar gibi dizerek bunları söylemesi “Gittim size para getirdim”den, siyasi nema beklemesi Kıbrıslı Türklere hakarettir, aşağılamadır…
Anavatanını sevsin, liderine şükran çeksin, ama ikide bir bize, “kaynak akışı” hikâyesi anlatmasın…
Çok ayıp ediyor, kendine de siyasete de çok zarar veriyor…