“Aldırma gönül aldırma…”

Abone Ol

Gençlik yıllarımızın en popüler 45’lik plâklarından biriydi…
“Başın öne eğilmesin… Aldırma gönül aldırma…”
Ben en çok; Edip Akbayram’ın sesinden dinlemeyi severdim…
Daha sonraları; Selda Bağcan da okumuştu…
Sanırım en son yorumlayanlardan biri de Ferhat Göçer’di…
Her birinin ayrı bir tadı, ayrı bir ahengi var elbette…
Şarkı, aslında ünlü hikâye ve roman yazarı Sabahattin Ali’nin, bir hapishane şiirinden üretilmiş…
Türkiye’de tek parti dönemi…
Sabahattin Ali, 1930’lu yılların hemen başında; bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü ve İnönü’yü yeren bir şiir okumuş…
Birileri kendisini ihbar etmiş ve yargılanıp hapse atılmış…
Birçok muhalifin bulunduğu ünlü Sinop cezaevinde (Şimdi müzedir) yatarken, Karadeniz'in hırçın dalgaları kale duvarlarına çarpıyor ve çıkan ürkütücü ses, Sabahattin Ali’nin şiirinde yankılanıyordu…
“Dışarıda deli dalgalar, gelip duvarları yalar…
Seni bu sesler oyalar, aldırma gönül aldırma”
Bu şarkının ilginç bir geçmişi ve “birleştirici” bir özelliği var. Atatürk’ü eleştiren bir şairin hapiste yazdığı bir şiir olmasına karşın, Atatürkçü kesimlerin düzenlediği Cumhuriyet mitinglerinde yıllarca en çok söylenen şarkı oldu.
70’li yıllarda; Türkiye’de solcuların mitinglerinin baş şarkılarından biriydi…
Son dönemlerde ise filmlerde ve dizilerde çok kullanılan, Türk müzikseverlerin unutulmazlarından biri sayılmaya başlandı.
İşte bu klasikleşmiş Hicaz şarkıyı, Lefkoşa Müzik Derneği, geçenlerde düzenlediği konserine isim olarak koymuş…
Bu arada söyleyelim; Lefkoşa Müzik Derneği; bu günlerde harika işler çıkarıyor…
Müzik dostlarının, müzik amatörlerinin ve müzik tutkunlarının oluşturduğu Hasan Akar’ın başkanlığındaki bu “gönüllü” dernek, yılda birkaç konser düzenliyor ve insanımıza harika saatler yaşatıyor…
Derneğin orkestra ve koro şefi Aydın Hükmet ise çok özel bir kişilik…
Bilgeliği, samimiyeti ve naifliği, sahnedeki performansı adeta konserlerin değerine değer katıyor…
Bu derneğin son konseri, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın himayesinde yapıldı.
Sayın Akıncı bu konserde, plâket sunma töreni sırasında birkaç laf etti…
Dedi ki: “Aldırma Gönül şarkısı, bugünlerde bana da hitap ediyor…”
İşte o an, salon adeta alkıştan yıkıldı…
Aslında, zekâsı yerinde olan her normal insan, bu hoşgörülü ve samimi sözcüklerin ne anlama gittiğini kolayca kestirebilir…
Sayın Cumhurbaşkanı’na, son zamanlarda özellikle ülke dışından çok iğrenç hakaretler ve saldırılar yapıldı.
Sayın Cumhurbaşkanı, başkalarının yaptığı gibi, öfkelenmedi, kavgaya davetiye çıkarmadı, meydanlara çıkıp tehditler savurmadı, tam tersine “aldırma gönül aldırma” dedi…
Bir tarafta hakaretin bini beş para… Öteki tarafta tolerans ve bir şarkı içtenliği…
İşte Kıbrıslı’nın, demokratik tahammülü ve hoşgörüsü…
“Aldırma gönül aldırma” zaten bir sabır şarkısı… Ama içinde bir de onurlu duruş var…
“Başın öne eğilmesin” diyor Sabahattin Ali…
Hiçbir Kıbrıslı Türk, Devlet Başkanı’nın “başını öne eğmesini” istemez zaten…
İsterse, bu bir psikolojik vaka olur…
Konser gecesi, Sayın Akıncı izleyicilere hitaben “Sizlerle beraber, el ele gönül gönüle halkın içinde, halkla beraber, başımızı eğmeden, hiçbir engele aldırmadan yolumuza devam edeceğiz. Ve bu toplum hiçbir zaman şarkısız, sözsüz kalmayacak, sözü de olacak, şarkıları da olacak.” demişti…
Bu sözler de de sanırım, halkının büyük desteği ile seçilen bir Devlet Başkanı’na yakışan sözlerdi… Bu yüzden salondaki izleyiciler alkışlayarak bu “tutum”a destek verdi.
Ancak gelin görün ki; adı önüne bir dizi unvan yerleştiren sözümona bir “akademisyen” öküz altında buzağı ararcasına, Sultan Abdülhamit’in jurnalcisi Ebuzziya Tevfik olmaya soyundu ve “jurnalciliği” bu ülkeye taşıdı… Aklınca Türkiye’yi, iç siyasetimize “müdahale”ye davet ederek, şöyle dedi:
“Anavatanım, Kıbrıs’ta içteki gelişmeler kritiktir. Her fırsatta Türkiye karşıtlığı yürütülüyor.
Algı operasyonu altındayız. Hedef içte Türkiye’ye karşı iç isyan, Türkiyeli Kıbrıslı kavgası…”
Ve devam ediyor: “Bunu kültür sanat etkinlikleri ile yapıyorlar. Aldırma gönül diyorlar.”
Bu sözümona okumuş kadın; IV. Murat’ın jurnalcilerine taş çıkarırcasına “anavatanına” bizi govlarken, bizim 40 yıllık “aldırma gönül” şarkısını da bir anda “algı operasyonunun aracı” yapıverdi…
Evet; jurnalciliğin, bağnazlığın, gammazlamanın, ülkemizde geldiği son nokta bu…
Tabii; bu “münevver” kadına, Orkestra Şefi Aydın Hikmet, o sivri ama saygılı, naif üslubu ile harika bir yanıt verdi. Dedi ki; “Şunu iyice biliniz ki; Kıbrıs Türkünün Türkiye ile bir sorunu hiç bir zaman olmamıştır, bundan sonra da olamaz. Sizin bu çabanız bile, umduğunuz sorunu yaratmaya yetmeyecek.”
Aslında bu “akademisyen”in çatışmacı münafıklığını ciddiye almadım. Ancak son zamanlarda histeriye dönüşen bu saldırıların, işini en iyi biçimde yapmaya çalışan Aydın Hikmet gibi değerli sanat insanlarımıza kadar uzanmasını sineye çekmek olası değildir.
Önümüzdeki altı aylık dönemde bu “şarlatanlık”lar, bu kavgacı tahrikler, bu ayrıştırıcı iğrençlikler artarak devam edecek. “Aldırma gönül aldırma” desek de, çok dikkatli olmalıyız, çok.