Altında kalanın boynu kopsun…

Abone Ol

Kıbrıs’ın kuzeyinde; sanki üretken, normal bir “ekonomi” varmış da, şimdilerde ansızın sıcaklığı çıkmış, hasta olmuş “muamelesi” yapanlara şaşırıyorum…
Sanki; turizm patlamış, eğitim çatlamış; gemiler dolusu portakalı, patatesi, hellimi dünyanın dört bir yanına ihraç eden, tüm dünya ile “entegre” bir ekonomimiz varmış da, şimdilerde sorunlarla boğuşmaya başlamışız gibi “ah vah” çekenlere de gülüyorum…
Bizim, bu günlerde yaşadıklarımızı “ekonomi” üzerinden açıklamak bile akıl kârı değil…
Bu coğrafyanın, “izole” yapısı ile dünya ekonomik dalgalanmalarından etkileneceğini ballandıra ballandıra anlatanların bile “mikro-makro” lafları ile süsledikleri konuşmalarına kimsenin aldırış ettiğine de inanmıyorum…
Durum aslında “ekonomist”lerin açıklamalarını gerektirmeyecek kadar net ve görünürdür…
Türk Lirası “tepetaklak” gidince, bu küçücük ülkenin dövizle “ithal” ettiği ürünler “zam”lanıyor ve zincirleme fiyat artışları ile hayatımız pahalanıyor…
Bu “zam” öncelikle iki ana maddede kendini hissettiriyor…
Birincisi; elektrik fiyatları, ikincisi de benzin mazot fiyatları…
Devlet tekeli olan ve özel sektörden daha az elektrik üreten, AKSA’dan satın aldığı elektriği bize kârı ile satan KIB-TEK “hane halkı”nın “pahalılığı” iliklerine kadar hissetmesindeki baş aktör…
Öyle bir köhne sistem kurulmuş ki; bir hükümet “zam” yapmakta biraz gecikse, öteki gelince “duble zam” yapıyor…
Bu aylarda olduğu gibi…
Üstelik halkın “gıkının çıkmayacağını” bildikleri için de, özel sektörün kapitalist anlayışından bile daha “hovarda”ca zamlar yapabiliyorlar…
Oysa; “maktu ücret”in kaldırılması, devletin elektrikten KDV almaması gibi önlemlerle yaptıkları “fahiş” zammı biraz “kaldırılabilir” düzeylere çekebilirlerdi… 
İnadına yapmadılar… 
Halk; bu tekelci kuruluşun “maliyet” hesaplarına mahkûm edilirken, öte yandan da sendikasının “ayrıcalıkları”na boyun eğmek zorunda kalıyor…
Özel sektörün ürettiği elektriği “aracı” olarak bize satan bu “tekel”in yarattığı pahalılıkla mücadele eden var mı?
Tüketiciye “fatura” kesmeme gibi bir ayrıcalığı olan bu “kurum” telefon mesajları ile para topluyor, en basit konut tamiratlarını bile “Sterlin”le hesap ediyor ve bir ticari kuruluşun “gaddarlığı” ile tüketiciye tek başına “elektrik” satıyor…
Açıklanan tedbirler paketinde; bu kurumun “statüko”su ile “zırnık” kadar oynamayı göze alacak bir “siyasi irade” var mıydı?
Ne yazıktır ki yok… Devlet, bu durumda “gaddar bir satıcı” olmakta, belirli bir kesimi “beslemekte” ve pahalılık yaratmaktadır…
Elbette, işin içinde “kötü yönetim” de vardır… Yeni santral mı alalım, yoksa gaz tribünü mü daha uygundur tartışmaları içinde çırpınan bir kurum…
Türkiye’den elektrik gelmesi konusunu “sallantıda” bırakan bir kurum…
Güneş enerjisini “yaygınlaştırmak” için teşvik projeleri üretemeyen, en azından Türkiye ve Rum tarafının aldığı önlemleri göremeyen “kör” bir kurum…
Sabit gelirli vatandaşların, asgari ücretlilerin, çok çocuklu ailelerin “elektrik harcaması”nın maaşlarına oranı; bu ülkenin “devlet”ini ilgilendirmiyor mu?
Bu konuda neden bir çalışma yapılamıyor?
Benzin fiyatları ve Fiyat İstikrar Fonu’na kesintiler de ciddi biçimde sorgulanmalıdır artık…
Ev ve işyerlerinin döviz kiralarının “düşürülmesi”nin etkilerini aybaşı göreceğiz…
Dörtlü Hükümet, bu konuda elini taşın altına koyamadı… Tam tersine ev sahipleri ile kiracıları “karşı karşıya” getirdi.
Pahalılığın bir yanında “devlet” var, öteki yanında ise “doyumsuz” kapitalist ithalatçılar var…
Bunların yanına bir de “supermarket”leri koydunuz mu, bir Yönetim’in nereden başlayacağını belirlemek hiç de zor olmaz…
İthalatçı; Türkiye’den bile birçok ürünü dövizle ithal ediyor. Bunları TL. ile supermarketlere dağıtıyor. Onlar da birkaç ay süreli “çek”lerle TL. olarak ödeme yapıyor…
Ansızın TL. değer kaybedince, kim kazanıyor?
Kasasında deste deste supermarket çekleri bulunan “ithalatçı” kayba uğradığını düşünüyor ve fiyatları yeniden “ayarlıyor…”
Supermarketler zaten “etiket”leri çoktan değiştirmiş, tüketici de “ah vah” çekerek bu yeni “duruma” çoktan adapte olmaya başlamıştır…
Tüketicinin geçtiğimiz bu süreçte en çok isyan ettiği şey; marketlerdeki durmadan değişen fiyatlardı…
Demek ki; ülkeyi yönetenler “market”lere kocaman bir “mercek” tutmalıdır…
Çalışanlarının “mesai”lerinden tutun da, “stokçuluğa” ve fiyat etiketlerine kadar herşey sağlam bir “denetim”den geçirilmelidir…
Peki bunu kim yapacak?
Başbakan, bizzat kendisi marketlerde gözlem yapmış ve bazı saptamalarda bulunmuştu. Yani konu biliniyor.
Ama, Tanrı aşkına bizim bu “devlet”in kadroları bu işin üstesinden gelebilecek “kapasite”ye sahip mi?
Hiç sanmıyorum…
En temel hastalıklarımızdan biridir “devletin kadroları”…
Bu yüzden bir “kriz” oluştuğunda bu kadrolar “kamu maliyesi”ni kurtarmaktan başka bir şey düşünmezler…
Dertleri “asgari ücretli” değildir… Yüksek kiralar değildir… Dövizle alınan borçlar değildir…
Varsa da yoksa da, “kamu maliyesi…”
İşte bu yüzdendir ki; dar gelirli kesimleri savunması gerken politik partiler bile; hükümet olunca öncelikli olarak “devletin kasası”nı düşünürler…
Bu yüzden “ekonomik kriz” denmez buna… “Altında kalanın boynu kopsun” düzeni denir…