Anlamadığımdan hareketle vardığım sonuç
Tarihe bakıp yüz küsur yıl geriye gidecek olsak adayı kiraya veren hatta 70 yıl önce ‘’benim böyle bir konum yoktur’’ diyen de bu adadaki Kıbrıs Türkünün olmadığını biliyoruz.
Kendi halimize bırakıldığımız bu süre içerisinde de hiç gönül koymadan ada üzerinde Kıbrıs Türkünün varlığını inatçı bir şekilde ve yeri geldiğinde ağır bedel ödeyerek sürdürmüşüz. Bu konudaki rol modellerimiz anne, babalarımız, dedelerimiz nenelerimiz. Onların ve komşularımızın hayat hikayeleri ile büyümüşüz. Onlarla ve verdikleri mücadele ile gurur duymuşuz.
Ötesi var mı bunun?
O zaman niye ikide birde iç siyasete, kurultaylara varana kadar müdahale?
Tüm bunları alt alta koyup topladıktan sonra Kıbrıs Türkünün iradesi ile ilişkilendirilecek ve Türkiye’nin çıkarlarına ters düşecek benim aklımın ermediği bir “risk” ortaya çıkacaksa tabiri caizse “hazırı” rahatlıkla konsolide etmek varken iç siyasete müdahale ederek koskoca Türk devletinin yüzünü bu şekilde eskitme, yıpratma niye? Tam da bu müdahaleler yapıldığı için toplumda gereksiz bir refleks pekiştirmesi oluşturarak çıkarları riske atmak niye?
Vardığım iki sonuç vardır. Bunlardan birincisini bu yazıda, ikincisini de bir sonraki yazıda aktaracağım.
İç siyasetimize müdahale konusuna sebep kendi irademiz ile yapacağımız siyasi tercihlerle Türkiye devleti için oluşturacağımız ‘’riskten’’ ziyade adada ‘’benimdir’’ denilecek siyasi bir oluşum kurma ve bunun aracılığıyla bize özgü doğal hayatın dışında farklı bir yol yürütme isteğidir.
Türkiye’nin birçok iç ve dış konularda çizdiği istikamete damga vuran, “siyaseti devletin üzerine koymanın” önlenemez arzusunun bir ürünü, bir örneğidir bu yaklaşım. Bu yaklaşımın içinde bunu kalkan olarak kullanıp maddi çıkar elde etmek isteyen ve siyasi iradeyi temsil edenlerle kafa yapıları öyle çok da örtüşmeyen bir kesim de vardır.
Elinde iradeyi tutan kesim tarafından Kemalizm’in arka bahçesi olarak görülen ve bundan uzunca bir süre pekiştirme yoluyla etkilenmiş olan Kıbrıs Türklerinin Türkiye’nin son 20 yılı aşkındır yürüdüğü yola benzer bir dönüşümden geçmesi isteniyor.
Esas nihai hedef “o benimdir” denilmek istenen siyasi oluşum değildir. Hedefin yalnızca siyasetin temsil edildiği yer olan meclis ve hükümet olarak görmeyin. Siyasetten başlayarak yargıya, eğitime, polise ve ticarete uzanan bir zincir ve süreç olarak görün.
Bu çerçevede benimdir denilecek siyasi oluşum önemli bir araçtır. Başlangıç noktasıdır.
Tam anlamıyla benimdir denilecek olan siyasi oluşum sonuç gibi gözükür ama aslında stratejik bir köprüdür. Bilindiği üzere köprüler üzerinden geçen ve vesile olduğu trafik ile değerli hale gelir.
Esas tehlike toplumun farklı bir kafa yapısına ve dünya görüşüne dönüşümüdür. Ya da kestirmeden ifade edilecekse hedef laik toplum düzenidir.
Adada içinde dini unsurları ve referans noktalarını barındıran, yerine göre içinde Atatürk’ü barındırmayan milliyetçilik ile harmanlanacak bir siyasi cephe kurarak bu yolu yürümek isteği ana hedeftir.
Müdahale partiler üstü ortak siyasi paydamız olan laiklik ve bizim üzerimizden AB’nin hem bizim hem de Türkiye’nin üzerinde oluşturduğu çekim gücünü ortadan kaldırmak ile ilgilidir. Mevzi tektir. Bizi ezelden beri Türkiye’ye bağlayan ve bağlı tutan en güçlü köprü bu yolculuğun ortak olmasıdır.