Hayata 6 ay önce veda eden İskele sakini, Mücahit ve emekli Kültür Ataşesi Yılmaz Çırakoğlu’nun ölümündeki ihmal iddiası hala aydınlatılmadı.
Atiye Çırakoğlu, eşinin yanlış tedaviler ve ihmaller sonucu yaşamını yitirdiği iddiasıyla konuyu yargıya taşıdı.
Yılmaz Çırakoğlu’nun karın ağrısı ve halsizlik şikayetleri ile 24 Kasım 2022’de Gazimağusa Devlet Hastanesi’ne başvurmasıyla başlayan sağlık sorunları, aradan geçen yaklaşık iki yılın ardından acı sonla noktalandı.
Çırakoğlu, 23 Eylül 2024 tarihinde Lefkoşa Doktor Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde yaşama gözlerini kapadı.
Eşinin özel ve devlet hastanelerinde ‘yanlış tedaviler ve ihmaller sonucu özel-devlet eliyle öldüğünü’ iddia eden Atiye Çırakoğlu ise yasal yollardan hak arama mücadelesi başlatarak, konuyu yargıya taşıdı.
Tedavideki sistematik eksikliklerin, sağlıklı bir birey olarak hastaneye başvuran Yılmaz Çırakoğlu’nu önce yatağa bağımlı hale getirdiğini iddia eden Atiye Çırakoğlu, ardından tüm bunların kademeli şekilde ölümüne yol açtığını anlattı. Süreç boyunca sağlık sistemindeki ciddi aksaklıkların ve ihmallerin büyük mağduriyetlere yol açtığını belirten Atiye Çırakoğlu, bu süreçte yaşadıklarını HABERİN SESİ’nden Fehime Alasya’ya anlattı.
Tedavi sürecindeki eksikliklerin ve ihmallerin detaylı bir şekilde incelenmesini ve sorumluların hesap vermesini talep eden Atiye Çırakoğlu, konuyu yargıya taşıdığını kaydetti. “Yılmaz beyime dokunan her el hatası veya ihmalinin cezasını ödemeli” şeklinde konuştu. Çırakoğlu, “Üzerinden zaman geçtikten sonra birçok ayrıntı hafızamda canlandı, tüm bunları konuşmak yeniden ve yeniden yaşamama neden olsa da gündemden düşmesine asla izin vermeyeceğim ve peşini bırakmayacağım” dedi.
“DEVLET ACİLEN PSİKOLOJİK DESTEK SAĞLAMALI!”
Yaşadıkları travmanın ağır etkilerini “Vadesi gelip ölmek, yakınları açısından başlı başına ağır travmadır. Ama birinin hayattan koparıldığına inanmak daha da ağır bir travma...” sözleriyle dile getiren Atiye Çırakoğlu, devletin kendisine acilen psikolojik destek sağlamasını talep etti. Çırakoğlu, “Hükümetten değil; Devletten, klinik psikolog nezaretinde destek talep ediyorum. Çünkü; hayatım boyunca bu kadar ağır travmaya maruz kalmadım. Devlet bana bu konuda da acilen yardım etmeli. Vatandaşlık hakkımın bunu gerektirdiği inancındayım. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi sağlıklı hareket eden, düşünen hayata sımsıkı tutunan Atiye’yi istemek en doğal hakkım...” dedi.
“O KADININ BANA YAPTIĞINI DEĞİL DOKTOR, DÜŞMAN BİLE YAPMAZ...”
“Sağlıklı bir şekilde hastaneye gitti ama ihmaller yüzünden durum daha da kötüleşti. Hem devlet hastanesinde hem de özel hastanelerdeki eksiklikler eşimin hayatını kararttı. Sağlık sistemindeki bu yetersizlikler, insan hayatını mahvediyor” diyen Atiye Çırakoğlu, bu süreçte yaşadığı olayın ise eşinin ölüm haberini alma şeklinin olduğunu belirtti.
Yılmaz Çırakoğlu’nun yoğun bakımda yaşamını yitirdiği haberi, hastanenin yoğun bakım doktoru tarafından yolda verildi. Atiye Çırakoğlu, kendisine ölüm haberinin verilmesi sırasında bile ihmallerin devam ettiğini belirterek, “O kadının bana yaptığını değil doktor, düşman bile yapmaz...” dedi.
Çırakoğlu, eşinin ölüm haberini aldığı o anı şöyle anlattı:
`İskele’den hareket ettim ve Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ne doğru otomobilimle ilerliyordum. Haspolat tabelasını geçtiğim sırada telefonum çaldı. Kenara çektim ve telefonu açtım. Karşımdaki ses, hastanenin yoğun bakım servisinden arıyordu. Yoğun Bakım sözcüğünü yarıda keserek “Hanımefendi, Haspolat’a yaklaştım, en geç 20 dakikaya hastanede olurum” diye yanıt verdim. Sanki ben bu cümleyi söylememişim, çok acelesi varmış gibi: “Başınız sağ olsun. Yılmaz Çırakoğlu öldü.” dedi. Yoğun bakım ünitesi doktoru bunu bana yolda, otobanda seyir halindeyken söylemişti. Gözlerim doldu, ağlamaya başladım. İçimden “Toparlanmam gerek” diye düşündüm, çünkü Yılmaz Bey’in ölüsüne yetişmem gerektiğini hissettim. Gidemiyorum ama gitmem lazım. Gitmem şart, gitmeliyim. Fakat çok kötü durumdayım, anlayamıyorum. Gidebilir miyim bilmiyorum ama gitmek zorundayım. Yeniden arabama bindim ve hareket ettim. Gidebildiğim kadar gittim. Kırmızı ışıkta beklerken bir anda fark ettim ki Kıbrıs Türk Benzin istasyonuna girmişim. Oradakilere durumu anlattım, oturdum, yakınlarımın gelmesini bekledim. O kadının bana yaptığını değil doktor, düşman bile yapmaz...”
“MADDİ MANEVİ YIPRANDIK!”
Yaşadığı sürecin ardından hem maddi hem de manevi anlamda büyük bir yükle karşılaştıklarını dile getiren Atiye Çırakoğlu, 22 ay içinde bu sürecin tedavi masraflarına 2,5 milyon TL harcadıklarını belirtti. Birçok aksaklığı hala unutamayan Çırakoğlu, kan bulma sürecinde de ciddi sıkıntılar olmasına rağmen kimsenin yardımcı olmadığını, doktorların yetersizliği ve ilgisizliği nedeniyle gerekli müdahalelerin zamanında yapılmadığını, hatta en basit rutin tetkiklerin bile ihmal edildiğini anımsattı. Çırakoğlu, “Yoğun bakıma alındığında bile bize herhangi bir bilgi verilmedi ve sadece ‘Kontrolümüz altında, hastanız hakkında endişelenmeyin’ şeklinde basit bir yanıtla geçiştirildi” dedi.
“LİYAKATSİZ VE SORUMSUZ SİYASİLER İLE BÜROKRAT VE SAĞLIK PERSONELLERİ BENİ BİTİRDİLER!”
Çırakoğlu, bu süreçle ilgili yaşadığı bazı olayları şöyle özetledi: “Artık bu yükü, bu isyanı taşıyamıyorum. Liyakatsiz ve sorumsuz siyasiler ile bürokrat ve sağlık personelleri beni bitirdiler. 73 yaşımdayım, tahammül sınırımın çok üstündeyim. Tedavi sürecindeki o günlerde yine dört duvar arasına sıkıştım kaldım. Uzun süre yatan hastalarda olduğu gibi Yılmaz beyimde de DEKÜBIT, yani yatak yarası vardı. Yarasının tedavisi için Amerika'dan Almanya'ya, oradan da Güney Kıbrıs'a fermuar bantları getirttim ancak gereksiz denip reddedildi. Yeni yaralar oluşmaması için bir öğrencim İsviçre’den Güney'e ortopedik yastıklar getirtti. Doktoruna teslim ettim, kullanmadılar. Rum kesiminden bir öğrencim, ölümcül yatak yaralarını iyileştirmek için yara spreyi ve bantlar getirdi. Kullanmadıkları gibi kullanmama da izin vermediler. Ben çırpındıkça karşımda kaya gibi dağ gibi durdular.
Midesinden beslenemediği ve PEG’i ameliyat ile kapatmadıkları için ARTERDEN besleniyordu. Gece üçte arterden verdikleri besin bitmişti, doktorların bankosunun karşısındaki duvara dayandım. Telefon açın, ben gidip hastanenin eczanesinden getireyim bari dedim. Ne dediysem fayda etmedi. Saat 03.00’ten 13:00’e kadar hastam beslenemedi. Lütfen keyifleri yetip getirdiler. O hastaya gel de ölme de! İkinci PEG’den gelen besinler, birinci PEG’den geri çıkıyordu; çok daha önceden ve acilen ameliyatla kapatılması gerekeni kapatmadılar.
Başhekime gittim, durumu tüm çıplaklığıyla anlattım. Gelenlerin çok genç ve tecrübesiz olduğunu söyledim, hiç yok mu on veya onbeş yıllık cerrahlarınız dedim. Cevap: Yok! O zaman sormak lazım; madem rutin tedavi uygulayacaklardı neden beni hastanesine davet etti?”
“TÜRKÇE BİLMEYEN YABANCI UYRUKLULAR HASTA BAKIYOR!”
“Devlet hastanelerinde ve özel hastanelerde “hastabakıcı” kadrosu vardı ve onlar hastanın tedavisine yardımcı olurdu. İki yıla yakın süre boyunca görmedim, gözlemlemedim. Bu işi, yeterince Türkçe de bilmeyen yabancı uyruklular yapıyor. Ne oldu da bu memleketin vatandaşları yokmuş gibi yabancılar vatandaşımıza bakıyorlar. Yetmedi, kendi hastana yardımcı olmana ve onunla ilgilenmene de izin vermiyorlar. Üstelik günlük ücretlerini kendileri belirliyorlar. Bir gün siz de benim durumuma düşerseniz (ki insanız) bu anlattıklarım çaresizlikten ne hale geleceğinizin özetinin de özeti... Böylesi vahim bir bilgiyi verirken, çareyi de sizlerin bulmanızı bekliyorum.”