Aşınızı hangisinden yapalım?

Abone Ol

Güleryüzlü genç doktor sordu:

-Aşınız hangisinden olsun? Pfrizer mi? Yoksa Sinovac mı?

-Pfrizer alayım ben…

Böyle bir “soru”nun sorulabildiği kaç ülke var dünyada?

Tam da, “aşı savaşları” yüzünden devletlerin birbirine girdiği, siparişlerin yetiştirilemediği, programların aksadığı, elini cebine atanların malı alıp götürdüğü bir ortamda… 

İnsanlar birini bile bulamazken, Kıbrıs’ın kuzeyinde önünüzde bir değil, iki aşı seçeneği var…

Elbette bu durum; bu ülkede aşılanma programının iyi yönetilmesinin bir sonucu değil…

Tam tersine bizlerin “iki seçenek”le karşı karşıya kalmamız, içinde “anomali”ler barındıran bir durum…

Türkiye, bize geçtiğimiz günlerde 20,000 adet Sinovac aşısı gönderdi. Gelecek hafta 20 bin daha göndermesi bekleniyor…

“Kıbrıs Cumhuriyeti” 1080 adet Pfrizer gönderdi, bugünlerde 1170 adet daha gönderiyor.

Her ikisi de, tamamen “bedava…”

Aldık, kolumuza saldık…

Ancak bu “iki seçenekli” aşı bolluğumuzun “toplumsal” dokumuzda yarattığı “çizikleri”  es geçemeyiz…

Öncelikle bu “ikili avantaj”ımız, siyasette panik yarattı… “Ya Avrupa aşısı Türkiye aşısından önce gelirse” telaşı, Türkiyecileri büyük maraza soktu…

“Şimdi biz Anavatana ne diyeceğiz?” endişesi içine girdiler. Bu işin ucunda, AKP’yi kızdırmak riski de vardı.

Oralarının “Türkiye dururken, Avrupa’ya muhtaç olmak da ne oluyormuş?” biçimindeki “politik duruş”u bizimkileri fena halde sarstı…

Aslında bunu Avrupa Birliği bize Pandemi başlangıcında 5 milyon Euro’luk sağlık malzemesi gönderdiğinde de yaşamıştık…

Mahalle politikacıları “Avrupa bir solunum cihazı verirse, Türkiye on bir verir” propagandası ile işi fena halde “rekabet”e dökmüşlerdi.

Tüm bu yaşananlar, Ersin Tatar Bey’in sert çıkışına yol açtı tabii…

“Aşılar Rum Yönetimi üzerinden gelirse reddederiz almayız” dedi. Görüştüğü BM ve AB yetkililerine “Bizim ayrı bir devlet olduğumuzu” anımsatarak “Doğrudan AB bize bunları teslim etsin” dedi.

Tabii, Ersin Bey’i kimse dikkate almadı. Yıllardır iki toplum arasında uygulanan “prosedürü” kendisine tane tane anlattılar…

Sustu, birkaç gün süren “hamaset” dolu açıklamalarının ardından, “Kıbrıs Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı”nın “soğuk zincir” tertibatlı minibüsü Metehan sınır kapısına geldi ve “İki toplumlu Sağlık Komitesi” Eşbaşkanı’na 1080 adet aşıyı teslim etti…

Tabii bizim “medya”mız bu olayı okuyucusuna aktarırken, resmi ağızların “hamaset”ine büyük bağlılık gösterdi ve “namusu kurtarmak için” manipülasyona başvurdu…

Sağlık Bakanı Ali Pilli bile “AB’nin bize gönderdiği aşılar” demeye başladı. Medya “AB’den teslim alınacak aşılar” diye haber yaptı. Sanki AB Kıbrıslı Türklere “aşı” göndermiş gibi…

Sanki bizimle “muhatap” olmuşlar gibi…

Aslında bunların hiçbirisi “doğru” değil…

AB’nin merkezi aşı programı içinde, bir üye devlet olan “Kıbrıs”ın talep ettiği aşılar bunlar…

“Kıbrıs Cumhuriyeti” Brüksel’e talebini gönderirken, kendi vatandaşı olan Kıbrıslı Türkler için de sayısı belli bir miktar aşı talep etti. Barikatı aşıp gelen aşılar, bu aşılardır.

Anımsayın… Pandemi süreci içinde yine AB katkısı ile bazı ilaçlar ve solunum cihazları barikata geldiğinde aynı prosedür uygulanmış, ama yine aynı Ersin Tatar, ortalığı velveleye vererek “Akıncı kaçakçılık yapıyor” diye ortalığı birbirine katmıştı.

Bereket versin ki, sert ve anlamsız tepkilerinden sonra “Pfrizer” aşılarının eski prosedürle Türk tarafına geçişine yeni engeller çıkaramadı.

Şimdi gelelim iki çeşit aşı sahibi olmamızın arka planına…

2008 yılında bu ülkede Talat-Hristofyas döneminde, birçok iki toplumlu “komite”ler kuruldu. Bunlardan bir tanesi de “Sağlık Komitesi” idi. BM’nin “resmen” tanıdığı, işbirliği yaptığı bu komiteler bugüne kadar iki toplum arasındaki pek çok pratik ve teknik konuyu çözümledi. İki toplum insanlarının günlük yaşamlarını kolaylaştırdı. Mustafa Akıncı, Cumhurbaşkanı seçildiğinde pek çoğu “atıl” vaziyette olan bu komitelerin canlanmasını sağladı. Geçen yıl Şubat ayında Covid-19’un ayak sesleri duyulduğunda, Anastasiades ile birlikte “Sağlık Komitesi”ni acilen topladı ve Pandemi sürecinde iki toplumun birlikte “aynı düşmana karşı” savaşması kararını aldılar.

Ama Ne oldu?

O zamanki hükümetin iki ortağı Ersin Tatar ile Kudret Özersay, yapılan tüm “işbirliği” plan ve projelerini yıktılar. Barikatları kapattılar. Komiteyi itibarsızlaştırmak için her yolu denediler. Rum tarafını bu işten soğuttular. Ama günü geldi, şimdi “aşı” olayında en uygun irtibat kanalı olan Sağlık Komitesi devreye girdi. Rum tarafı bu komite ile işbirliğini kesmedi. Aşıları da onun üzerinden gönderdi. 

Tabii Sayın Tatar komiteleri çalıştırmıyor. Hiçbirine atama da yapmadı. Sağlık Komitesi de toplanmıyor. Ancak “aşılar” faal olmayan bu komite aracılığı ile gene de bize ulaştırılıyor.

Bu arada söyleyeyim: Ersin Tatar’ın tüm komitelere ilişkin sinsi “planları” var. Kendi başına yılların “İki Toplumlu Komite” kavramını “İki Taraflı Komite”ye çevirdi.

Tüm bunlar hiç de hayra alamet değil…