Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler geçen hafta Türk bakanların Almanya'daki referandum etkinliklerinin iptal edilmesinin ardından TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bunu Nazi uygulamalarına benzetmesiyle gerildi.
Hafta sonunda gerginlik Hollanda'ya sıçradı. Almanya'dan Hollanda'ya kara yoluyla geçen çalışan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın Hollanda tarafından sınır dışı edilmesiyle daha da tırmandı. Danimarka, İsveç gibi diğer ülkelerde de benzeri gerginlikler yolda.
Avrupa Birliği, istenen ilerlemenin sağlanmadığı alanlarda Türkiye'ye tam üyelik müzakereleri çerçevesinde verilen mali yardımları durdurduğunu açıklamıştı. AB Komisyonu'nun Komşuluk Politikası ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaştığına işaret ederek, hukuk devleti gibi ilerleme sağlanamayan alanlarda yardımın durdurulduğunu bildirmişti.
Venedik Komisyonu , aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 47 Avrupa Konseyi devletinin yanı sıra ABD, Brezilya, İsrail, Güney Kore, Kırgızistan, Kazakistan, Kosova, Meksika, Şili, Cezayir, Fas, Peru ve Tunus da üye olarak bulunduğu bir kurum. Venedik Komisyonu’nun rapor ve tavsiyeleri AİHM, Avrupa Konseyi organları ve AB tarafından referans belge olarak kullanılıyor.
Komisyonun, Türkiyedeki Anayasa değişiklikleri ile ilgili yayımladığı raporda; Başkan’ın; bakan, başkan yardımcıları ve üst düzey bürokratları denetime tabi olmadan atama yetkisi, atanacak başkan yardımcılarının Başkan’ın yokluğunda başkan yetkilerini kullanacak olmaları, Başkan ve atadığı kişilerin ancak cezai sorumluluk doğduğunda hesap vermeleri, Başkan’ın kendi partisinin üyesi olması ve böylelikle yasama organını kontrol etmesi, parlamentoyu fesih hakkına sahip olması, OHAL ilan etme ve istediği gibi kanun hükmünde kararname çıkarma yetkilerine sahip olması ve yüksek yargı memurlarını atama konusunda getirilmesi planlanan yetkiler Avrupa hukuk normlarına aykırı gösteriliyor.
Hollandadaki sert müdehale İnsan Hakları boyutunu tartıştırıyorken, Türkiyedeki uygulamalara bakılmaksızın bu uygulamalara laf yetiştirebilecek ortamları da yaratıyor.
Türkiyede seçim yasası, yurtdışında propagandayı yasaklıyor. Hukuk Prof’u İbrahim Kaboğlu, siyasilerin kendilerini Kanun'a uymadıkları için iki kere suçlaması gerektiğini belirterek, "Bu tavır, ben kendi Kanun’uma uymayacağım, senin ülkendekini de ihlal edeceğim demektir. Bu tavır hukuk kültüründen ya bihabersiniz ya da takiye yapıyorsunuz, anlamına gelir. Sürekli hukuka meydan okuyarak gittiğin Anayasa değişikliğine uyacağının güvencesi ne olacak?" diye soruyor.
Avrupa Birliği’ne aday olan bir ülkenin bu gibi değişiklikler yapması Avrupalı ülkeler tarafından uyum sürecinde uygun bulunmuyor. Türkiye’nin Avrupadan uzaklaşması ve uyum sürecini kesmesi, Avrupanın da buna bir şekilde yardımcı olması ne Türkiye ne Avrupa ne de bizim açımızdan iyi zonuçlar doğuramaz. Kaldı ki en somut görünen bu tartışmaların gerek Avrupada, gerek Türkiyede gerekse ülkemizde Aşırı milliyetçi – ırkçı kesimleri güçlendiren ve suskunluklarını bozarak şiddet ve nefret söylemlerine varacak derecede ileri gitme cesaretini verebilecektir.
Kıbrıs
Sn. Özgürgün önerdi ama altını doldurabiliyor mu?
Sn. Başbakan Özgürgün, bir konferansta vurguladı: Tanısınlar, tanımasınlar biz yolumuza devam ederiz. Bunun modeli ne olur? Tayvan modeli bir seçenektir. Diğer taraftan KKTC'nin bir Cebelitarık modeli önerisi de vardı." dedi.
Umarım Sn. Başbakan bunları, egemenlikten, ekonomik sistemine, yatırım zorunlulukları, sosyal altyapısı gibi gerçekleri de bilip ortaya atmıştır.
Cebelitarık modeli dedikleri:5
2006 yılında düzenlenen yeni bir referandum ile de Cebelitarık halkı kendi anayasasını kabul ediyor. Buna göre ülke Birleşik Krallık'ın egemenliği altında, dış ilişkilerinde Birleşik Krallık'a karşı sorumlu ancak kendi kendini yönetme hakkına sahip.
Cebelitarık'ta iç işlerinde demokratik öz yönetim var. Dört yılda bir yapılan seçimlerle parlamentosunu seçiyor, kendi hükümetini kuruyor. Birleşik Krallık'ın ülkedeki temsilini bir Genel Vali yürütüyor. Savunma, dış politika, iç güvenlik gibi konularda Cebelitarık Parlamentosu'nun tavsiyeleri doğrultusunda ve Birleşik Krallık'a karşı sorumlu biçimde görev yapıyor. Yargı ve diğer alanlardaki atamalar ise Cebelitarık Hükümeti'nin başına yani Başbakanına danışılarak yapılıyor.
Tayvan olabilir miyiz?
Tayvan devleti başından beri uyguladığı birçok politikada isabet kaydetmiştir. Bunların başında ülkenin pazar ekonomisini benimsemesi gelmektedir. Bu dönemde Tayvan’ın ekonomisi büyük ölçüde tarıma bağlıyken, devlet tarımı desteklemiş, toprak reformu yapmış, bunların sonucu olarak tarımsal üretim ve gelir artmış, tarım fazlası ihracata yönlendirilerek buradan kazanılan döviz sanayinin gelişmesi için gerekli hammadde, makine ve teçhizatın alımında kullanılmıştır.
Küçük bir ülkenin sadece iç pazara yönelerek kalkınması mümkün olmadığından dışa açık politikalar uygulanmış, ihracat sanayi gelişiminin ve kalkınmanın itici gücü olmuştur. Tayvan, kalkınmasının ilk yıllarında bol olan işgücünü emek yoğun sanayileri kurarak değerlendirmiş, sermaye birikimi oluşmaya başlayınca da sermaye yoğun ve daha sonra da teknoloji yoğun sektörlere yatırım yapmaya başarıyla geçmiştir. Devlet, özellikle 1990’lardan sonra kalkınmada önemli rol oynamış, yatırımcılara iyi bir ortam, ekonomik, politik ve sosyal istikrar ve uyum sağlamıştır. Özellikle donanım ve yazılım altyapısı devletçe sağlanmıştır. Özel sektörün girmeye tereddüt ettiği alanlarda ilk girişimler devlet eliyle yapılmıştır.
Tayvan’ın başarısının temel faktörlerinden biri Batı’yı tamamen kopyalamaması, kendi ekonomik plan ve politikalarını saptarken Batı’dan yararlanması, ancak kendi tarihini, kültürel geçmişini, sosyal ve siyasi şartlarını göz önünde bulundurarak tamamen kendine özgü bir model oluşturmasıdır.
Tayvan’da sanayi genellikle küçük ölçekli bir yapılanma gösterdiğinden, Ar-ge desteği de bu duruma göre biçimlenmiştir. Devlet, bu küçük ölçekli işletmelerin sınırlı kaynakları ile Ar-ge faaliyetlerini yüklenmede karşılaştıkları güçlükleri gidermek amacıyla politikalarını belirlemiştir. Bunun yanısıra, küçük işletmelerin gereksinimleri doğrultusunda pazarlama ve teknik eğitim konularında olduğu kadar teknolojik Ar-ge oluşturulmasında da kurumlar yaratmıştır.
Tayvan eğitime çok önem veren ve buna büyük kaynaklar ayıran bir ülkedir. Tayvan’da eğitimin sadece belli yaşlardaki bir çağ nüfusuna yönelik olmadığı, her yaşta, değişik meslek gruplarındaki kişilerin de sık sık eğitim aldıkları, mesleklerinde kendilerini yetiştirdikleri gözlemlenmektedir. Ülkenin bu beşeri faktöre verdiği önem, eğitim seviyesi yüksek işgücüne sahip olmasının etkisine neden olmuştur. Tayvan’ın özellikle yüksek teknolojili sektörlerinin gelişmesinde devlet politikalarının etkin rolü olmuştur.
Genel anlamda Tayvan devletinin ülkenin kalkınmasındaki rolü incelendiğinde, uygulanan politikaların ve verilen teşviklerin çoğunun pazar ekonomisinin işlemesine engel olacak teşvikler olmadığı, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına da uygun olan Ar-Ge, eğitim teşviki gibi teşviklerin ağırlıklı olduğu görülmektedir.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları Tayvan’ın başarı hikâyesinde olumlu rol oynamıştır, ancak, nicelik olarak hiçbir zaman birinci derecede önemli olmamıştır. Diğer taraftan, yabancı sermayenin niteliksel katkıları, rekabet baskısı sağlaması, teknoloji seçenekleri ve transferi sağlaması, ihracata yönelmeyi kolaylaştırması da göz ardı edilmemelidir.
Yukarıda sayılanların 34 yıllık KKTC tarihinde neden yapılamadığının Sn. Başbakan tarafından öncelikle açıklanması sonra bu modellerin nasıl hayata geçirileceği yönünde de izahatı şarttır.
Kaldı ki öncelikli olarak Kıbrıslı Türklerin olurunu alma zorunluluğu da olmazsa olmazıdır.