MÜNAZARA VE DOĞRULUK
Eskiden okullarda münazaralar yapılıyordu. Hala yapılır mı bilmiyorum. Hatta kol faaliyetleri kapsamında münazara kolu da bulunduğunu anımsarım...
Münazaralarda iki görüş iki farklı ekip tarafından savunulurdu.. Ve daha güzel savunulan görüş ve o görüşü savunan ekip münazarayı kazanırdı. Odüllenirdi. Özellikle doğruluk payı ortak olan iki yakın görüş tartıştırılırdı..
Zararlı bir etkinlik değildi münazara...Yeter ki saplantılı olma gibi bir alışkanlığa neden olmasın.
Çünkü münazaralarda doğrulukla yanlışlık tartışılmaz.
Doğruluk payları yakın olan düşünceler tartıştırılır. Ve münazara sonunda kazanan ekibin savunduğu doğru olur, veya doğru sayılırdı...
İyi savunulmayan görüş mutlaka yanlıştır diye bir iddiada da bulunulmaz hiçbir zaman..
Mahkemelerde her zaman davayı kazanan taraf ille yüzde yüz haklıdır denemediği gibi. Ama davanın avukatı ötekinden
daha mükemmel savunmuştur demek mümkündür...
Örneğin münazara konusu olarak şöyle bir şey akılda kalır her zaman.. Çok gezen mi, çok okuyan mı daha bilgiçtir...
Veya para mı, sağlıklı olmak mı mutluluk getirir.. Bunun gibi onlarca, yüzlerce münazara konusu sayabiliriz...
Münazaralarda amaç doğruyu bulmak değildir.. Ama fikirlerin iyi veya kötü savunulması bir kriterdir. Hitabet, avukatlık hiçbir zaman doğruyu araştırmak değildir.
Nitekim, hitabet bir sanattır. Güzel konuşmak, diksiyon bir sanattır...Bir düşünceyi başka insanlara telkin etmek için
önemli yetenekler ve becerilerdir..
Ama doğruları araştırmak başlı başına bilimsel bir çabadır.
Laboratuvarda deney yaparak doğruyu araştıran bilginin belki diksiyonu kötüdür. Hitabet sanatından bihaberdir. İyi bir görüş savunucusu olmayabilir...Ama onun temayülü başka...
Bilgin doğruları bulmaya çalışır. Tartışmasız doğruyu araştırır..
(Teoman Ersöz)
Şu anda Yüce Meclis'i izliyorum ve hayretler içinde izliyorum. 29 tane vekili bulunan Hükümet, 15 turda birlik olamadı başkanı seçemedi ve şimdi suçu Meclis Hukukçularına yıkmaya çalışıyor.
Yazık be bu ülkenin insanlarına.
Madem ki 29 vekiliniz var ve kendinize güveniyorsunuz, Zorlu beye yaptığınız gibi Ziya beyi tekrar aday gösteriniz, 26 oyu bulunuz.
Bu ülke de bu rezaleti seyretmekten kurtulsun. Tabi söylediğiniz gibi kendinize güveniyorsunuz.
Yazık bu ülkeye yahu!!!
(Ufuk Çağa)
Olacak iş değil, Meclis'te gün boyudur 8. toplantı mı, 9.toplantı mı diye canlarını yiyorlar. Yetmedi bütün gün kürsüde şimdi ayni şeyler için birer de basın toplantısı tertip ediyorlar.. Vallahi pes!. Yani bu eforu halkın beklentilerini karşılamaya harcasalar memleket cennet olurdu!!!
(Aytuğ Türkkan)
SORUN NERDE ?
Dün meslektaşım, arkadaşım Hasan Özbaflı nın yazmış olduğu kitabın FB da resmi vardı.
Bana şunu hatırlattı. Kıbrıslı Türkler şu evrelerden geçti :
YOKLUKTAN - VARLIĞA
ESARETTEN - ÖZGÜRLÜĞE
CEMAATTEN - DEVLETE.
İşin en zor yanı galiba Devlet olabilmedir.
Mutlak , bir tek yönetim biçimi yoktur ki alıp uygulayasınız.
Devlet Yönetimi bilgi, tecrübe ve liyakat ister.
Ulaşılan VARLIK adil bölüşüm ve değer artışı ister. Bunu sağlayamazsanız , anlamı kalmaz.
Özgürlüklerde ise sınırların belirlenmesi gereklidir.
Bunun içinde anayasa, yasalar, normlar ve ahlak kuraları gerekir. Ve bunlara uyulması ve uygulanması esastır.
Bunları yapamazsanız:
Varlık içinde ve özgür olunmasına rağmen, bireyler mutsuz olur. Hep şikayetçi olunur.
(Yücel Dolmacı)