Tüm dünyayı kasıp kavuran Coronavirüs fırtınası, elbet bir gün dinecek…
Ama eski günlere geri dönebileceğimizi söylemek hiç de olası değil…
Ne yazık ki hiçbir şey, eskisi gibi olmayacak…
Bütün taşlar yerli yerinden oynayacak…
Dünyayı bambaşka bir “fırtına” saracak…
Peki bizde ne olacak? Neyimiz vardı ve ne olacak?
Bizim; kimsenin tanımadığı, çoğumuzun da adam yerine koymadığı bir “devlet”imiz var…
En başta bu “devlet”in ne menem bir şey olduğunu; çatır çatır sorgulamamız gerekecek…
Daha şimdiden; bizim “devlet”in ipliğinin pazara çıktığını gösteren pek çok sayıda belirti ortaya çıktı…
Bizi, diğer devletlerden ayıran bir ciddi özellikten söz ediyorum…
Etrafa baktığımızda hemen tüm devletler; piyasaya para enjekte etmeyi, zora giren sektörlere yardım eli uzatmayı, yurttaşın devlete karşı sorumluluklarını bir süre askıya almayı “birincil hedef” olarak belirlerken biz ne yaptık?
İlk icraat; kamu çalışanlarının maaşlarını %25’ten, yüzde 65’er kadar varan oranlarda traşladık…
Yani; “veren devlet” değil, “alan devlet” modelini uyguladık…
Ortaya çıktı ki bizim bu “devlet” gün kazanıp gün yiyen bir mekanizma imiş…
Mart ortasında her taraf kapanınca, mart sonu maaşları bile ödeyemedi…
Ayın 15’inde ve 20’sinde Maliye’nin kasasına akması gereken vergiler toplanamadı…
Bu kez ne oldu?
Bu fukara “devlet”in Bakanlar Kurulu, önce gümrükleri açtı, ithalat gelirlerini toplamaya girişti.
Arkasından sürüş ve seyrüsefer ruhsatları için ilgili daireyi açmaya, Tapu’yu çalıştırmaya yöneldi…
Sonra vazgeçti…
Ayakları birbirine karıştı…
Acemi ve beceriksiz politikacılar süreci yüzlerine gözlerine bulaştırdılar…
Aslında böyle bir “salgın hastalık” durumunda ne yapılacağına ilişkin İngiliz zamanından kalma ciddi bir hukuksal altyapımız vardı…
Anayasamızı yazanlar; böyle bir durumda “Cumhurbaşkanı, Hükümete başkanlık ederek Olağanüstü Durum kararını birlikte alırlar” demekteydi…
Yani; Bakanlar Kurulu’nun “kendi aklıyla” hareket etmesine bir “fren” koymaktaydı…
Demokrasilerdeki “check and balance” sistemine çok uygun bir mantıkla böyle bir “sistem” yaratılmıştı…
Cumhurbaşkanı bunun bilincindeydi ve ilk adımı o attı.
İstedi ki; bizzat kendisi, hükümet, siyasal partiler ve Meclis hepsi bir arada hareket etsin…
Güçlerini birleştirsinler…
UBP ve HP bunu hiç kabul etmedi; Tatar ve Özersay Akıncı’nın “gölgesi”nden öylesine korkular ki ellerindeki “gücü” paylaşmayı “zafiyet” saydılar…
Çünkü Yakında Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı ve her ikisi de Akıncı’nın karşısında adaydı…
Corona, morona onlara vız geliyordu…
“Aman kimseyi işimize karıştırmayalım” derdine düştüler…
Bereket versin ki, Akıncı susmadı, Tatar ve Özersay’ın “fanatik” davranışlarına öfkelenmedi, “ne haliniz varsa görün” demedi, önerilerini halk önünde ortaya koydu ve “korka korka” olsa da, parça parça olsa da bazı önlemleri almalarını sağladı…
Bu iki parti lideri; insanımız “evlerine kapatıldıktan sonra” aslan kesildiler…
Nasıl olsa Meclis devrede değil…
Muhalefet evinde oturuyor…
Sivil toplum eve hapsolmuş…
Medyanın bir bölümü sahadan çekildi, kalanlar da etkisini yitirdi…
Böylesi bir ortamda tek başlarına çalıp oynamaya, Bakanlar Kurulu’nu dünyanın en güçlü süper organı gibi kullanmaya başladılar…
Başbakan; tek başına kararlar alıyor, “devlet”i hallaç pamuğu gibi oradan oraya savuruyor…
O güne kadar hepimizden daha “devletçi” olduğunu savunan Tatar ve partisi; ihalesiz alımlarda, sakulli yardımlarını dağıtmada, yurt dışından Kıbrıslı Türklerin getirilmesinde, yerleştirilecekleri otel ve yurtların seçiminde korkunç “partizanlık” sergilediler…
Hava alanından insanımızın taşınmasında bile “partili” otobüs şoförleri arayıp iş verdiler…
“Kriz yönetimi” değil, “seçim kampanya”sında gollifa dağıtır gibi çalıştılar…
Yurttaşına “vermeyen” devlet, bu iki tecrübesiz politikacının elinde adeta “maskara” oldu…
Aldıkları kararları yazdılar, bozdular, değiştirdiler…
Kimseyi dinlemediler…
Corona, onlara sorumsuz ve sınırsız “yetkiler” sunmuştu…
Bereket versin ki; aldıkları önlemlerden değil ama, ülkemizin “izole” koşullarından dolayı bu kriz “şimdilik” ucuz atlatılıyor gibi…
Yalnızca; “pandemi hastanesi” tartışmasında yarattıkları kaos bile asla affedilir değildir…
Corona hastalığı dışında on binlerle ifade edilebilen bir kitleyi hastanesiz ve doktorsuz bırakmaları neredeyse “ihanet” ölçüsünde bir ciddi rezilliktir.
Hâlâ “yeni mi yapalım yoksa bir mevcut binayı -ki onlarca bina var- kullanalım” tartışmasını bile sonlandıramadılar…
Kısacası;
Bizim bu “devlet”çik, iki siyasi partinin ortaklığında “maskara”ya çevrildi…
İnsanımız; “böylesi dar günümde yanımda olmayan, tam tersine elini cebime atan bir “devlet”çiği ben ne yapayım?” diyor…