“Aziz Kıbrıs Türkü!Hala bizi esir gibi yaşatmak, köle derecesinde inletmek için uğraşan menfaat düşkünlerinin aramızda dolaştığını unutma. Milyonlarca servete sahip dedelerimizin bıraktığı bir ocağın bugüne kadar kalkınmamız için neler yaptığını bir düşün. Bizi ezmekten başka hiçbir iş başaramayan Evkaf denilen bu kaba kuvvetin oynamakta olduğu oyunları daima göz önünde tutarak uyanık ve tetikte olalım.”1953
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Dünya Ekonomik Forumu her yıl olduğu gibi İsviçrenin Davos kentinde toplandı. Toplantılarda ekonomik gidişe nasıl yön verileceği her zaman olduğu gibi ağırlıklı gündem maddesi idi. Birincil konu olarak 4. Sanayi Devrimi masaya yatırıldı. Teknolojik alt yapısı güçlü olan ülkelerin devrimden fazla etkilenmesi söz konusu değildir. Devrim diye sunulan proje gelişmekte olan ülkeler adına tehlikeli bir dönemeçtir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemde yaşanan teknolojik gelişmeleri bu ülkelerin yakalamaları nerede ise olanaksızdır. Nedenine gelince bu gibi ülkeler ağır işsizlik sorunları ve pahalılıkla mücadele ediyorlar.
Teknolojik üstünlüğü yakalamış olan ülkeler dünyayı daha farklı hale getirebilmenin hazırlığını yapıyorlar. Küreselleşme diye bugüne dek sunulan proje ile 4. Sanayi Devrimi birlikte düşünüldüğünde gelişmekte olan ülkelerin bağımlılığı daha da artacaktır. Bu olgu ise sömürünün artması ve adı geçen ülkelere daha fazla işsizlik ve pahalılık olarak yansıyacaktır. Bu yönde yaşanacak bir gelişme bu durumda olan ülkelerde iç çatışmalara ve ırkçı akımların güçlenmesine neden olacaktır. 4. Sanayi Devrimi diye sunulan projenin bu amaca yönelik bir çalışma olduğunu da kaydetmek istiyoruz. Dünya ekonomisini yönlendirenlerin aynı şekilde siyasi gelişmeleri de yönlendirdikleri biliniyor.
Bugüne değin bir arada yaşamış İspanyanın Katalan özerk bölgesinde şimdilerde ayrılık rüzgarları sert esmeye başladı. Sağcı ve solcu ayrılıkçı partilere göre son derece önemli bir dönemin başlangıcında olduklarını belirtiyorlar. 2017 yılında bağımsızlıklarını ilan etmeye hazırlanan Katalanlar istedikleri ve düşledikleri ülkelerini yeniden inşa etmek çabasına girişeceklerini de duyuruyorlar.
Buna karşın Kıbrısta birlikte oturmaktan öte ortak hiçbir özellikleri olmayan Türklerle Rumları bir çatı altında yaşamaları için zorluyorlar. Bu yaklaşım olmayacak duaya amin demekle koşut bir yaklaşımdır. Yakın bir dönemde çerçeve bir anlaşmanın imzalanacağından söz ediliyor. 2016 yılı içinde olası bir anlaşmayı öngörmeyenlerle neye göre bir anlaşma yapılacağının da ayrıca açıklanması gerekiyor.
Kıbrıs Türkleri olarak bizlerin 1960 yılında imzalanan Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluş anlaşmalarını sonradan öğrendiğimiz biliniyor. Şimdi de benzer bir tuzağa düşmemek gibi niyetimizin olmadığını belirtmek durumundayız. Sızdırılan bilgilerin ne kadar gerçekleri yansıttığı konusunda da kuşkularımızın olduğunun bilinmesini istiyoruz. Garanti ve İttifak Anlaşmasının ortalık yerlerden kaldırılması düşüncesi son derece sakat bir düşüncedir.
Garantör ülkelerden birisi olan İngilterenin konuya ilişkin tutumunu yaşamsal önemde görüyoruz. Yunanistan garantörlük istemediğini sıklıkla deüişik ağızlardan yineliyor. Buna karşın İngiltere burada da ikircikli konumunu sürdürüyor. Garantörlük istemiyoruz demediği gibi garantör olarak kalmayı da isteyip istemediğine açıklık getirmiyor.
Annanın belgesi ile gerçekleştirilemeyen hususlar şimdilerde BARIŞ adına yapılmak isteniyor olmasını da talihsizlik olarak okuyoruz. Türkiyenin garantörlüğünün sulandırılması ve AB eksenli BM Barış Gücünün getirilmesinin düşünülüyor olması yaşananların yok sayılması anlamına geliyor. Şu anda adadaki devlet yapılarının teke indirileceğinin düşünülüyor olması filmi başa almaktır. 1960 yılında kurulan coğrafi federasyon yapısı başarılı olsa idi müzakerelerin yapılmasın hiç gerek kalmazdı. Her iki toplum yaşadığı acılar yaşamazdı…
İngiliz tarihçi yazar Harry Scott Gibbonsun 1968 yılında yazdığı ilk kitabında bu günleri görüyordu. Daha sonra yazdığı diğer kitaplarını birleştirerek SOYKIRIM DOSYASI olarak yayınlamıştır. O yıl Beyrutta başlatılan müzakerelerde Kıbrıs Türklerine dayatılan çözümün ŞEREFSİZ BARIŞ olduğunu kitabının ismi olarak kaydediyordu.
Geldiğimiz noktada dayatmaların ötesinde “ONURLU BARIŞ”tan yana olduğumuzu yüksek sesle söylememiz gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…