“1963’te Kıbrıs Türk halkı Hükümetten silah zoru ile ihraç edilmiş ve bir daha geri alınması azınlık haklarını kabul etmesine bağlanmıştı. Netice, ayrı yönetimimizi oluşturmak oldu. Rumlar 11 yıl bize hak tanımadılar. Direnişi sürdürdük ve Barış Harekâtlarıyla topyekün imhadan kurtulduk, fakat Barış Harekâtı bile Rum’u tarihi hedefi olan ENOSİS’ten vazgeçiremedi. Ada’yı Rum hakimiyetinde bir ada telakki ediyorlar ve bizi halâ azınlık olarak görüyorlar. 5 yıldır barışa yaklaşmıyorlar, bize kurucu ortaklık hakkı tanımayacaklarını ilan ediyorlar.
O halde Türk halkına bıraktıkları seçenek nedir? Olduğumuz gibi devam etmek mi? Dünya bu gerçeği ne zaman görecektir?” 1979
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Kıbrıs konusunun tarihine göz ucuyla bile bakıldığında çok sayıda diplomatın konuya ilgi duymasa bile ilgilenmek durumunda kaldıkları biliniyor. Aradan geçen 60 yıllık dönemde konuyla ilgilenen ilk BM Genel Yazmanının ismini bile resmi görevlilerin dışında anımsayacak olan kişi sayısının iki elin parmakları sayısında olduğunu kaydetmek gerekiyor. 60 yıl önce yanlış iliklenen gömlek düğmesi gibi verilen yanlış kararlarla bugünlere gelindiğini rahatlıkla söylemek olasıdır. Lefkoşa – Girne yolunun Rumların da kullanımına açılmasından amaçlananın Rum yönetiminin başını adanın tek egemeni olduğu kanıtlanmak isteniyordu. Bu amaçla yola çıkanlar elbirliği ile 04 Mart 1964 tarihinde aldıkları 186 sayılı BMGK kararı çanak tutmanın ötesine geçerek yukarıda da kaydettiğimiz gibi konunun anlaşma ile sonuçlanmamasının yolunu da döşediler.
BM Barış Gücü diye tanımlanan paralı turistlerin yaptıkları uygulamalardan Kıbrıs Türk halkının sürekli olarak sıkıntı yaşamasına neden oldukları biliniyor. Son dönemde BM Genel Yazmanı Antonio Guterres adada var olan konunun en azından müzakerelere başlanabilmesi için Kişisel Özel Temsilci olarak Maria Angela Holguin Cuellar’ı görevlendirdi. 6 aylık sürede tarafları masa başına oturtabilmesi için iyi niyetle çalışmalarına başladı. Sürenin dolmasına sayılı günler kala Özel Temsilcinin görev süresinin uzatılıp uzatılmadığı konunun özünden saptırılarak bu konu tartışılıyor. İyi niyetle başlatılan müzakere sürecinin sabote edildiği günlerden geçiyoruz.
Müzakerelerden sonuç alınabilmesinin önündeki engellerden en önemlisi 04 Mart 1964 tarihinde alınmış olan BMGK’nin 186 sayılı kararıdır. Anılan kararla Türkler azınlık olarak tanımlanırken karşımızdaki unsur Devlet olarak tanımlanıyor. Bu şekli ile denge sağlanamadığı gibi uygulanan ambargolarla Türklerin karşımızdaki unsura teslim olmasıdır.
Anılan karar kadar yaşamsal önemde olan karşımızdaki unsurun davranışlarıdır. Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin başındaki kişi geçtiğimiz günlerde müzakere sürecine ilişkin olarak şu sözleri ile takoz oluyordu. Papazların Başı olan Yeoryios, Kıbrıs, Helenizmin son burcudur. Kıbrıs düşerse diğer Yunan yerleri de ayakta duramaz. Yeni ödünler için ağır baskı göreceğimiz müzakerelere oturulmamalıdır. Öyle anlaşılıyor ki Bay Yeoryios’un asli görevinin dışındaki konularla yönlendirici ve belirleyici olduğunun unutulmaması gerekiyor.
Kişisel Özel Temsilcinin işinin kolay olmadığı anlaşılıyor. Öncelikle iki konunun da yeniden değerlendirilmesi kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor. Adı geçen 186 sayılı kararın 60 yıl öncesinin koşullarında değerlendirildiği unutulmamalıdır. Bu nedenle eğer müzakerelerin yeniden başlatılması isteniyorsa buradan başlanması kaçınılmazdır. Kişisel Özel Temsilcinin Haziran ayının sonu itibariyle Genel Yazmana çalışmalarına ilişkin olarak ön raporunu verirken karşılaştığı gerçekleri dikkate almasını istiyor ve bekliyoruz. Bu çalışmanın daha önceki raporlarda olduğu gibi kim vurduya gitmemesi için gerçekleri göz ardı etmeden veya görmezden gelmeden değerlendirmesi gerekiyor.
Kişisel Özel Temsilci’nin Kıbrıs konusunun çözümünden yana olup olmadığını hazırlayacağı raporda göreceğimizin bilinmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…