“İngiliz sömürgecilik tarihinin en büyük zaferi (!) kazandığı günlerden birinin 29 Ağustos 1952 tarihi olduğuna hiç şüphe yoktur. Fakat bu ‘gün’ biz Kıbrıs Türkünü karanlıklara, ümitsizliğe düşüren kara bir gün olarak kalacaktır. Bugün neşredilen kanun (Orta Öğrenim Kanunu) 75 sene elinden bütün hakları gasp edilen mevcudiyetine her gün ağır darbeler indirilen Türk halkının artık bu Ada Üzerinde perişan ve mahvolmasına yarayacak en kuvvetli sebeplerden biri olacaktır”. 1952
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Barış ve Özgürlük Bayramının 47. Yılında ortalıklara çıkarılan söylemlere ivme kazandırılıyor. Öncelikle Devletimizin isminde yer alan KUZEY sözcüğünün çıkarılması isteniyor. Böyle bir değişikliğin kime ne yararı olacağına ve tanınma konusuna açıklık getirilmesi gerekiyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ismi 30’a yakın ülkede temsil ediliyor. İsim değişikliği üzerine konuşanlara Ada’nın uluslararası hukuk kurallarının nasıl pas pas edilerek bu noktaya gelindiğinin anlatılması ve ikna çalışmalarına devam edilmesinin daha yararlı olacağı biliniyor. Temsilciliklerde görevli olanların da Kıbrıs Türkünün gasp edilen anayasal hakları konusundaki çalışmalarına hız vermeleri gerektiğini anımsatmak istiyoruz. Karşımızdaki unsur yalana dayalı olsa bile çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
Ada’da görevli BM Barış Gücünün görev süresi otomatiğe bağlanmış gibi 6’şar aylık sürelerle uzatılıyor. Göreve başladığı kısa bir dönem dışında Kıbrıs Türklerini muhatap alıyordu. Daha sonraları son uzatma görüşmeleri de dahil olmak üzere muhatap almıyor. Bu yaklaşımlarının ile ayıp denen bir şeyin olduğunun açıklıkla bu baylara anlatılması gerekiyor. Bizim sıkıntımız derdimizi anlatamamış olmamızdan kaynaklanıyor. 04 Mart 1964 tarihli 186 sayılı karar alınırken dönemin Genel Yazmanı Bay U Thant’ın başlattığı Kıbrıs Türklerini görmezden gelme uygulamasının sonucu olduğunun unutulmaması gerekiyor.
Bir diğer husus BMGK’nin aldığı 550 sayılı kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması kararıdır. Yapılacak diplomatik çalışmalarla bu yönlü adil olmayan kararların değiştirilmesi olası olmuyorsa da yumuşama gerçekleşebilecektir. Bay Guterres’in adadaki iki toplum arasında çözüme ulaşılabilmesi için ortak bir zeminin olmadığı sözleri kayıtlara geçmiştir. Bu söylem bile bizlerin hareket noktası olabilir. Ayrıca süreci sıkıntıya sokacak eylemlerden kaçınılmasını da Bay Guterres istiyor. Hangi süreç diye de sormuş olalım.
Maraş’ın kapalı bölümünün bir kısmının (% 3.5 oranında) açılıyor olması karşımızdaki unsurun her zaman olduğu gibi tepkisine neden oluyor. Rumlar arasında yapılan kamuoyu araştırmasında büyük çoğunluk Maraş’ın kaybedildiğini düşünürken 18 yaş üzeri 1000 kişi arasında yapılan araştırmada Türk Yönetimi altında Maraş’ta oturmak istemiyorlar.
Çiçeği burnundan düşmemiş olan AKEL Genel Yazmanı Bay Stefanu, Taşınmaz Mal Komisyonuna başvuruların sorunu çözmeyeceğini söylüyor. Bir yandan da aynı kurula başvuranların vatan haini sayılmayacaklarını ekliyor. Üstelik Maraş bölgesinin kurulun çalışma bölgesi dışında olduğunu söylüyor. Maraş’ın bütünlüklü çözümün bir parçası olduğunu kaydediyor. Bay Stefanu bu söylemlerinden hangisinin doğru olduğuna açıklık getirmelidir.
Karşımızdaki unsurun uyuşmazlığın çözümü konusundaki bakışlarının değişmeyeceği biliniyor. Bu nedenle bizlerin de yaşamakta olduğumuz dağınıklıktan ve savrulmaktan fazla zaman yitirmeden biran önce kurtulmamız ve birbirimizin ayağına basmak için çaba harcamamamız gerekiyor.
Geldiğimiz bu noktada el ele vererek yukarıdaki ilkeler doğrultusunda yolumuza devam etmemiz gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…