KKTC anayasasına göre yürütme, yani ülkenin yönetimi cumhurbaşkanının değil hükümetin yetkisindedir.
Bu nedenle seçmenlerin, adayların işsizlik sorunu,ülke ekonomisi ve benzeri vaatleri yerine, Rum tarafı ile sürdürülen çözüm görüşmelerindeki görüş ve tezlerini dikkate alarak tercih yapılmasının daha isabetli olacağı görüşündeyim.
Tüm adaylar, çözüm vaadinde bulunmakta ve iki bölgeli, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı federal bir çözümden yana olduklarını açıklamaktadır.
Fakat bu açıklamalarına rağmen, adayların siyasi eşitlik, iki bölgelilik, ulusal kimlik, egemenlik, garanti anlaşması gibi, varlığımızın sürdürülebilmesinde önemli ola noktalardaki görüşleri farklıdır.
İşte bu nedenle, Kıbrıs Türk halkı olarak bizi bugün bulunduğumuz düzeyden geriye götürebilecek adaylar tercih edilmemeli.
Her şeyden önce, Rumların çoğunluk üstünlüklerine dayanarak 1963te ortaklık yönetimi olan Kıbrıs Cumhuriyetine, tek yanlı olarak el koyması ve Türkiye dışında hiçbir ülke ile Uluslararası kuruluşun, 1960 anlaşmasına aykırı olarak haklarımızın çiğnemesine ses çıkarmaması, üstelik sadece Rumları temsil eden yönetimini, yasal Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması, yeni bulunacak çözüm görüşmelerinde bizi temsil edecek olan cumhurbaşkanı tarafından mutlaka dikkate alınmalıdır.
Bunun için de mutlaka ayrı egemenlik hakkına sahip olmamız ve Rumların yine ortak yönetimi bozması durumunda, ayrılma hakkına sahip olmamız mutlaka garanti altına alınmalıdır.
Görüşmelerde bizi temsil edecek yeni cumhurbaşkanı,1963 felaket ve deneyimini dikkate almalı ve kağıt üzerinde bize tanınacak hakların Rumlar tarafından yine engellenebileceğini göz önünde bulundurmalı. Özellikle, can ve mal güvenliğimizin garanti altına alınması için, kesinlikle Türkiyenin fiili koruması koşulundan ödün vermemeli.
Ayrıca Annan planı, 1960 cumhuriyeti, federasyon ve benzeri çözümlerin, yine 1963de olduğu gibi Rumlar tarafından sıçrama tahtası olarak kullanılabileceği,bozulabileceği ve dışlanabileceğimiz gerçeğini göz ardı etmemeli.
Yaşanan dönemde Irakın Kerkük, Musul, Telafer gibi anavatanımızın sınırları dışında kalan eski Türk kentlerinde ve Süriyedeki soydaşlarımızın uluslar arası toplumun gözü önünde katledilmesi ve göçe zorlanması, anavatanımızın fiili koruması altında bulunmamızın ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistanın ise, batı Trakya ve Rodos adasında yaşayan Türklerin ulusal kimliğini bile tanımaması ve uluslar arası toplum ile Avrupa Birliğinin de buradaki Türklere yapılan baskıları görmezlikten gelmesi,Rum çoğunluğa yamalanmamız durumunda başımıza gelecek olanları açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Güneydeki liderlerin ve sivil kuruluşların açıklamaları, bizimle gerçek anlamda ve bizim düşündüğümüz şekilde iki bölgeli, iki toplumlu ve siyasi eşitliğe dayalı bir çözümü akıllarının ucundan bile geçirmediklerini göstermektedir.
İki bölgeli çözümden yana olduğunu ileri süren Rum siyasiler bile, tüm göçmenlerin kuzeye dönmesini talep ediyor.Tek vatandaşlık, tek egemenlik ve tek uluslar arası kimlik koşulunun dayatılmasının amacı da , batı Trakyadaki soydaşlarımız gibi Türk kimliğimizden soyutlanmamız ve Müslüman Kıbrıslılar gösterilerek zamanla yok edilmemizdir.
Tek egemenlik ilkesi,Rum tarafının tek yanlı olarak ortaklığı bozması durumunda, aynen 1963te olduğu gibi devletten dışlanmamıza ve azınlık olmamıza sebep olacaktır.
Tek uluslararası kimlik ve vatandaşlık ilkesi ise, Türk kimliğimizden soyutlanmamızı öngören Rum tarafının kurnazca bir talebi olduğu göz ardı edilmemeli.
Kuşkusuz Kıbrıs sorunu bizim yanımızda anavatanın ve orada yaşayan soydaşlarımız için de önemlidir.Çünkü Kıbrıstan da Türk varlığının aynen ege adaları, Girit ve Rodosda olduğu gibi yok edilmesi durumunda, Türkiye Akdenize de açılamayacak.
Fakat yine de çözüm görüşmelerinde bizi temsil edecek cumhurbaşkanının görüşleri, oldukça önemlidir.
Geçmişte eski cumhurbaşkanı sayın Talatın toplumlararası görüşmelerde
kendi liderimizi seçme hakkından bile vazgeçmeyi kabul etmesi, tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslar arası temsil ilkeleri ödünlerini vermesi,bazı durumlarda Türkiye faktörüne rağmen, risk altına sokulabileceğimizi gösterir.
Rum tarafının bilinen görüşlerine rağmen, çözümü gerçekleştireceğini ileri süren adaylar, nasıl bir çözüm vizyonuna sahip olduğunu ve bunu karşı tarafa nasıl kabul ettirebileceğini de anlatmalı.