Bir “baş imam”dan toplum neler çeker?
Gerçekten öyle mi sanıyorsunuz?
Söyleyelim:
Burası 1974’ten beridir bir garnizondu…
Yetmedi… Bundan böyle bir dergâh, bir tarikat, bir cemaat evi kadar hükmü bulunan bir toprak parçasına dönüştürülüyor…
Bu yaz; 1990’larda polislik olan “Kuran Kursları” artık camilere yerleşti…
1990’larda soruşturmaya alınan “imam”lar artık öğretmen oldu…
18 yaşın altındaki çocuklar, ibadet yerinde dini eğitim alacak…
Nereden, nereye…
1974’ün ardından, Türkiye’den buraya akan nüfus, ilk 20 yılın sonunda, belirli bir sayısal güce erişti…
90’lı yılların ortalarına doğru, TC’lilerin yoğun olarak yaşadığı bölge ve köylerden toplu talepler yükselmeye başladı…
Göçmen halk, çocukları için Türkiye’deki gibi resmi “Kuran Kursları” açılmasını istiyordu…
Biz Kıbrıslılar ise bu sözcükleri ilk kez duyuyorduk…
Henüz AKP iktidara gelmemişti…
Ancak “şeriat özlemcileri” burada çoktan işbaşı yapmıştı…
16 Eylül 1994 günü, Adli Yıl’ın açılış töreninde Yüksek Mahkeme Başkanı Salih Dayıoğlu şöyle diyordu:
“Son zamanlarda ülkemize gelen ve sair hususlar yanında kadınlarımızı kara çarşafa büründürerek orta çağlara götüreceğini hayal eden bazı zavallılara, bu ülkede yerleri olmadığını, hareketlerine demokrasimizin ve anayasamızın izin vermediğini söylemek zorundayız.”
Dayıoğlu; bir de endişesini dile getiriyordu:
“Ülkemizde böyle gerici akımlar yeşeremez” deyip gaflete düşemeyiz.
Ve şöyle ekliyordu:
“Anavatandaki durum hepimizin gözleri önündedir ve bize uyarıcı olmalıdır. Demokrasinin düşmanı olan gericilikle mücadele etmek, siyasal görüşü ne olursa olsun herkesin asgari müştereği olmalıdır. Cumhuriyetimizde kara sese, kara çarşafa ve kara düşüncenin barındığı örümcek kafalara yer yoktur.”
Aynı yıl kurulan CTP-DP koalisyon ortaklığında, Eğitim Bakanı olan Ahmet Derya, önüne ilk müfettiş raporları geldiğinde şaşkınlıktan donakalmıştı…
54 yerleşim yerinde... 5 yaşından, 18'e kadar...
1.800 dolayında öğrenci Kur’an kurslarında tespit edilmişti.
“Kuran Kursları” yasadışı olarak, izinsiz biçimde, hatta “gizlice” TC’lilerin yaşadığı köylerde, mahallelerde mantar gibi bitmeye başlamıştı…
İmamlar çocukları topluyor, tatilde olmaları gereken zamanlarda kafalarına “dini bilgiler” adı altında hurafeler dolduruyordu…
Mağusa’da bir ilkokulda, çocuklara alfabeyi öğretmeye çalışan bir kadın öğretmenin şikâyeti çok ilginçti…
“Öğrencilerim bir türlü soldan sağa doğru yazmayı başaramıyor, her şeyi sağdan sola doğru yazıyor” diyordu…
Çünkü “Kuran Kursu”nda, onlara sağdan sola doğru yazılan Arapça harfler öğretiliyordu…
Bu “alışkanlığı” edinen çocuk, okula başladığında soldan sağa doğru Türkçe yazmakta zorlanıyordu…
Bu kurslara katılan çocukların bir bölümü, evlerinin duvarlarında asılı duran fotoğrafları indirmeye, anne babalarına “televizyon izlemeyin” demeye başlamıştı…
Çünkü bu kurslarda, İmam Efendi, televizyonun ve fotoğrafın “Şeytan icadı” olduğunu söylüyordu…
Müfettiş raporlarındaki bilgiler yalnızca bu iki örnekten ibaret değildi tabii…
Bakan Ahmet Derya, Başsavcılığı devreye soktu…
O zamanlarda Başsavcı Akın Sait idi… Gerçek bir hukukçuydu Akın Sait…
Hukukun gereklerini yerine getirmekten çekinmezdi… Siyasetçinin kaprislerine boyun eğmeyen biriydi…
Kurslar basıldı, imamlara dava okundu…
Birkaç kez bu tekrarlandı…
Sonra ne mi oldu?
TC’den para akışı durdu, maaşlar 6 gün boyunca ödenemedi!
Her konuda olduğu gibi, “Büyükelçilik” devreye girmiş, soruşturma dosyaları kapatılmıştı…
O zamandan sonra da Kuran Kursları’na hiçbir siyasetçi elini sürmeye cesaret edemedi…
Hatta tam tersi oldu…
1994’lerde “Kuran Kursu” kapatan CTP, 2006’larda bu konuda “tolerans” göstermeye “Ha Kuran Kursu, ha tenis kursu” demeye başladı…
Aslında toplumun çoğunluğunun da pek umurunda olmadı yaşananlar…
Kıbrıslılar, kendi çocuklarını “bireysel olarak” dinci akımlardan koruyabileceklerini sandılar…
“Beni sokmayan yılan bin yaşasın” anlayışı yüzünden, toplumsal hassasiyet ciddi bir tepkiye dönüşmedi…
AKP iktidara geldikten sonra ise, “siyasal İslam” Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişip yayılacağı bir “nüfus”u hazır buldu…
Kıbrıslı Türkler’i sayıca geçmek üzere olan TC’liler toplumu içinde vakıflar, dernekler, dergâhlar, cemaatlar, yatılı din kursları özgürce filizlendi…
AKP, yerel siyaseti de avucunun içine aldığı için, sağ yerel siyasetçiler de dinci şeriatçı yapılanmalar karşısında sustu, hatta destek verdi…
Nazım Çavuşoğlu, 2010’larda Kuran Kursları’na mesafeli yaklaşırken, şimdilerde “Kuran Kurslarını destekliyorum” demektedir…
Ersin Tatar çok daha “beter” biçimde AKP’nin Sunni mezhepçi politikalarına destek vermektedir…
Olan ise; çocuklarımıza olmaktadır…
Bu “mücadele” ne yazıktır ki yitirilmiştir…
İki öğretmen sendikası olmasa, “Bugün Kıbrıs” ve “Özgür Gazete” olmasa, Nazım Çavuşoğlu’nun kendi toplumuna yaptığı bu en büyük “ihanet”in farkına bile varılmayacaktı…
Adına “bakan” denilen bu kişi, sendikaların yasal sorularına yanıt vermiyor, AKP’ye yaranmakla kendi politik “ikbalini” kurtaracağını sanıyor…
Dinciler, gericiler, örümcek kafalılar bu adama “baş imam” madalyası mı verecekler acaba?
Doğrusu, bunu hak etti…