BİRAZ DA SANAT

Abone Ol

Bugünkü yazımı sanata ve sanatseverlere ayırdım... Politika ve birçok olumsuzluklardan bıktığımız içindir ki, bu ortam bizleri yeni açılımlara ve yeni güzelliklere sürükler.  Ülkenin sanatçıları ürettikçe üretiyorlar maşallah. 

            Görüyorum...  Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın eşi Sibel Tatar ülkemizde kaybolmaya yüz tutmuş sanatları bulup ortaya çıkarma heyecanı içinde. 

            Yunus Emre Enstitüsü’nün son düzenlediği sergi, “Kıbrıs Türk Geleneksel El Sanatları Sergisi”dir.  Gördüğüm kadarı ile bu serginin özelliği, keçedek üretilen objelerdir.  Markası da “keçeda” ismini almış.

            Bildiğiniz gibi Yunus Emre Enstitüsü, Türkye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığını bir parçası niteliğindedir.  Mesela bu sergide bulunan ve açılışını yapan Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Kültürel Miras Taşıyıcısı Esin Sevgi, şöyle bir konuşma yapmış...

            “Ata yadigârı kadim sanatları görmek üzere açılışta bulunuyorum.  Çok zor bulunan değerli kültür sanat  varlıkları geçmişten geleceğe bir köprü vazifesi görmektedir.

            Esin hanımın söyledikleri, sanatın daha da artması ve genişlemesi, kaybolmuş veya kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarına mutlaka sahip çıkılması gerçeğini yansıtıyor.

            Nitekim bu sergide keçe ve keçecilik ön plana çıkıyor.  Keçe veya deriden yapılan dağarcıklar, postallar, para keseleri ve akla gelmeyen bir sürü üretilen el sanatları...

            Yunus Emre Enstitüsü’nün bulunduğu bina da otantik özellikte bir binadır.  Bu tip binaları gördüğümde, nedense çocukluğum ve geçmişim aklıma gelir.  Şap mermerler, kemerli sofalar, oyma trabzanlı merdivenler, duvarlardaki nişler, hasır sandalyeler, tabureler v.s. bu binada hayat bulmuş.

            Eski eserlerin kaybolmaması adına bir binaya atıfta bulunacağım.  Muhtelif defalar Yunus Emre Enstitüsündeki konferanslara katılmak için Selimiye Camii meydanına vardığımda, biraz ötedeki tünelimsi geçit geliyor aklıma.  Tünelimsi geçit nedir onu da anlatayım...

            Haydarpaşa İlk ve Lisesinden çıktığımızdan güneybatı istikametinde yol alırdık.  Ta çocukluğumuzdan kerestecilerin çalışma atölyeleri olan bir bölgeydi orası.  O incecik yolda Selimiye Meydanı’na doğru ilerlediğimizde, sağ ve soldaki evi birbirine bağlayan odanın altından bir geçit vardı.  Yani evin bir odasının altından geçerdiniz giderken. Maalesef sonra o geçidi yıkmışlar.  O geçidin aynısı bereket versin Mağusa’da yerinde duruyor.  Bunun da nedeni, Müzeler ve Eski Eserler Dairesi’nin koyduğu yasaklardır.  Müzeler ve Eski Eserler dairesi, bütün şehirlerimizde eski ve özellikli olan, yapı itibariyle geçmiş günlere dayanan, hatta mimari yapısı ile bulunduğu bölge veya kente değer kadar eski binalara yıkım izni vermiyor.

            Lefkoşa’da bazı eski ama sapasağlam bazı binalar vardır.  O binalar adeta Lefkola’nın mühürü gibidir.

            Tekrar sanata dönecek olursak, Sibel Tatar hanımın heyecanlarına ve özverili çalışmalarına değinmem lazım.  Gereçekten Sibel hanımı el sanatları ve güzel sanatlara olan ilgisini gayet güzel yansıtıyor topluma.  Özellikle kadınların üretkenliğine her zaman değiniyor.  Sadece değinmiyor, bizzat öncülüğünü yapıyor bu uğurda.

            Mesela İpek Böceği üreticiliğine öncülük yapıyor.  Gerçekten ipek böceğini yeniden hayata geçirmek, o böcekleri çoğatmak ve geleceğe bir değer katmak çok önemlidir.  Sibel hanım bunu yapmış ve hala yapmaktadır.  İpek böceği üreticiliğinin öncülüğünü yaparak, bir teşvik sembolü haline geliyor.

            Anımsadığım kadarı ile ipek böceği üreticiliğine Akçay’da başlanmış.  Bölgenin hanımları bu işe dört elle sarılmışlar.  Esasında bizim çocukluk zamanlarımızda pekçok evde ipek böceği yetiştiriciliğine tanık olurduk.  Annemle ablalarım da ipek böceği beslerelerdi. İpek böceğinin nasıl oluştuğunu ve damla damla yetişmesini evre yaşantılarının ilginçliğine tanır olurduk.  Gece yattığımızda bile o böceklerin dut yapraklarını nasıl tırtıkladıklarını duyardık.

            Şimdi keçecilik de öyle.  Yunus Emre Enstitüsü’nin bir yıl kadar önce düzenlediği Lefkara Edebiyat Sempozyumunda konuşmacıydım.  Ne kadar mutlu olduğumu size anlatamam.  Öyle otantik bir mekanda Kıbrıs’ın ünlü Lefkara işlerine sahip çıkmak veya onun adını yaşatmak çok önemlidir.

            Yunus Emre Enstitüsü’nün bu işe omuz vermesi güzel birşey.  Bundan sonraki çalışmalarını izleyin göreceksiniz yeni ve kaybolmaya yüz tutmuş nice el sanatını dikkatimize getirecektir.

            Yani kaybolmuş veya kaybolmaya ramak kalan el sanatları...