Bu akşam demokrasi ve irade için yürüyoruz…
Bu ülkede, çözüm olsa da, olmasa da “demokrasi” herkese lâzımdır demiştim… Bugün sesini çıkarmayanlara da “sıra” gelecek demiştim…
Ben bunları yazdığımda “artçı darbeler” henüz başlamamıştı…
Yazdıklarımın mürekkebi kurumadan, “sıra” geldi…
Hem de çok çabuk geldi…
Devletin tepesine darbe yapanlar, UBP’den “acenta” olmaya hazır bir “itaat”la karşılaşınca, ipleri tamamen ellerine almayı denediler…
Kendilerine “kulluk kölelik” etmeye hazır partinin “içine daldılar” ve canına okudular…
İşin kötüsü; darbeciler bu süreçte UBP’lilere hiç de “nazik” davranmadılar…
Operasyonu “Alaturka” formatında, tehditle ve hoyratça yaptılar…
Oysa; Türkiye’nin eski iktidarları ve askeri otoriteleri; yakın tarihimiz boyunca bu işleri “kol kırılır yen içinde kalır” prensibi ile yaparlardı…
“Kıbrıs bizim vitrinimiz” diye bir dertleri vardı… Dünyadan birazcık “çekinirlerdi…”
Burada “demokrasinin ve ekonominin” zafiyetlerini dünya duysun, görsün istemezlerdi…
AKP ve Erdoğan bu konuda bütün gelenekleri, tabuları, içtihatları tarumar etti…
“Herkes duysun görsün” pohporozluğu ile tüm dünyaya navteks kıvamında “Güç bende” dediler…
Hani; Özersay bir ara Maraş konusunda “ezber bozduk” demişti ya… Ona “iki satırcık” ezber bile nasip olmadan, Başkan Erdoğan ekranlara çıkmış ve tüm dünyaya Kıbrıs’ta “otorite”nin kimde olduğunu ilan etmişti…
Asıl ezberi Başkan Erdoğan bozmuştu…
İşte o gün; Özersay’ın defterinin dürüldüğü ve Tatar’ın “obedient servant” olarak tayin edildiği gündü…
Gerçek şu ki; Akıncı’nın “alaşağı” edilmesinden sonra, darbecilerin kendilerine olan özgüveni arttı…
Tatar, koltuğa oturtulmuştu ama Sucuoğlu’nun UBP kurultayında en yüksek oyu alacağı hesaplanmamıştı.
Ya Sucuoğlu; Başbakan olduktan sonra, aylar önce kendisini bakanlıktan azletmek isteyen Tatar’a kafa tutarsa…
Tatar; zaten gölgesi ile kavga eden biri… Bu yüzden Sucuoğlu-Tatar ilişkisi Eroğlu-Denktaş ilişkisinden bile kötü olabilirdi…
İşte o noktada; “artçı darbe” planlandı…
Parti tabanından binlerce oy almış iki tane başkan adayı, UBP Meclis Grubu’nun ve kameraların önünde, Engizisyon Mahkemesi’nde “diri diri toprağa gömülmeyi” bekleyen mahkûmlar gibiydiler…
Onlara “acıyanlar” oldu… Hakaret edenler oldu… “Bu duruma düşmeye değer miydi?” diyenler oldu…
Hele, Ersan Saner… Bu iki “mahkûm”un ellerini havaya kaldırıp zoraki gülücüklerle “dayanışma” pozu verirken, tüm UBP Meclis Grubu’nun “kafa sallamaları” Sancaktarlık döneminde bile yaşanmamıştı…
UBP yakın geçmişimizde bu tür “karışmalar” yoğunlaştığında, hep “Bana sokmayan yılan bin yaşasın” diyordu ve işin içinden sıyrılıyordu…
1986’da rahmetli Özal “Yıkım Paketi”ni dayattığında, TKP; TC’nin teknotratları ile savaşırken, Eroğlu ortadan kaybolmuştu…
Sonunda; TKP’ye “Beğenmezseniz Moskova’ya gidin” diyenler “hiçbir şey olmamış gibi” hayatlarına devam ettiler…
2001’de de Akıncı “Komutan çizmeyi aştı” dediğinde, yine Eroğlu ortadan kaybolmuştu…
UBP, “sin da gülle geçsin” modunda siyaset yapmayı sürdürmüş, TKP de muhalefetin yolunu tutmuştu…
“18 Ekim Darbe”sinde, UBP’nin geleneksel “rol”ü yanında, elbette Eroğlu’nu aratmayan Tatar’ın “rol”ünü de tarihe not olarak düşmemiz gerekmektedir.
Tatar’ın gözü kapalı ama büyük bir hevesle “darbeci”lerle yaptığı işbirliği ve bu “proje”ye katkısı, hiç de azımsanamaz.
Yanıt bekleyen sorular vardır…
Birincisi; Sucuoğlu’nun “ekarte” edilmesinde; geleneksel “gammazlık” ve “ispiyonculuk” ne kadar etkili olmuştur?
İkincisi; Tatar, bu operasyonda “kışkırtıcı” rol oynamamışsa, her şey kendi dışında gelişmişse -ki bu imkânsız gibidir- neden bulunduğu makamın anayasal sorumluluğu ile hareket ederek, böylesi bir “müdahale”den partisini kurtaramamıştır?
Neden buna “çanak” tutmuş ve seçimsiz bir vekili “Başbakan” olarak tayin etmiştir?
Tatar’ın; oturduğu makamda, partisine “darbe” yapanlarla “bir ve beraber” olması, asıl UBP’liler tarafından masaya yatırılması gereken bir konudur.
Oysa bu toplum Tatar ve UBP’den ibaret değildir…
Bu toplumda her iki kişiden biri, bu yapılanları önceden görmüş ve tavrını seçimlerde belli etmiştir…
Gidişat ne yazıktır ki; “Türkiye, Kuzey Kıbrıs Vilayeti” konseptine doğru hızla yol almaktadır…
UBP ve Tatar, buna karşı gelmeyeceklerini o kameralara yansıyan “boynu bükük” fotoğrafla ilan etmişlerdir…
Bu yüzden, bu aşamadan sonra UBP “demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri” olma niteliğini yitirmiştir.
Kıbrıslı Türkler için ise; tek seçenek toplumsal güçlerin, muhalefetin, sivil toplumun birlikte direnmesidir.
Sokaktan başka çare bırakılmamıştır…
Bu yüzden bugün saat 18.00’de “demokrasi ve irademiz” için yürüyelim ve “darbeci”lere güçlü bir mesaj verelim…
2004 ruhuna toplumun ihtiyacı vardır…