Günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılmaya çalışılan özelleştirmelerin var olan ekonomik sıkıntılara çare olamayacağını belirtir özelleştirme denilince akla işsizlik, açlık, yokluk ve buna bağlı sosyal sorunlar yumağı oluşması olarak değerlendirmekteyim. Kıbrıs Türk Hava Yolları ve Eti Çalışanlarının Düşürülmüş Oldukları Durum Taptazedir.
Örnek vermek gerekirse, Anavatanımız Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda ulu önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde uygulanan ve başarılı olan ekonomik sistem, devletleştirmedir.
1854 yılındaki Kırım Savaşı başlangıcında alınmaya çalışılan Osmanlı dış borçları, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde kısa vadeli borçlar hariç 156.4 milyon Osmanlı Lirasıdır. Bu da yaklaşık 142 milyon İngiliz Sterlinine denk gelmektedir.
Dış borçlar, Osmanlı Devleti çöktükten sonra Osmanlı topraklarında kurulan devletler arasında paylaştırılmış ve en büyük borç yükü Türkiye Cumhuriyetine verilmiştir. 1925 yılında Osmanlı borçlarının % 67sinin Türkiye tarafından ödenmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin payına düşen 107.4 milyon altın, Osmanlı Lirası tutarında borcun ödenmesi için Düyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Pariste bir anlaşma imzalanmıştır.
Türkiye Düyun-u Umumiyeye olan borcunun son taksidini ilk dış borcun alınmasından tam bir yüz yıl sonra 25 Mayıs 1954 yılında ödemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti hem Osmanlı Devletinin borçlarını ödeme hem de Türk toplumunu çağdaş medeniyetler seviyesine getirilebilmek için uygulamış olduğu devletleştirme metoduyla tarihteki yerini perçinlemiştir.
Cumhuriyet dönemi başlangıcında yabancı şirketlerin elindeki birçok işletme satın alındı. Yeni sanayi yatırımları yapıldı. Eğitim ve sağlık alanında büyük başarılar elde edildi. Eğitimin kitleselleşmesi sağlandı.
Bu büyük başarıların tümü 1927 yılındaki tarım buhranına ve 1929 yılındaki dünya buhranına rağmen, borçlanmadan denk bütçelerle ulusal kaynaklarla yapıldı. 1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmaya başlandı. Bu dönemde yöneticiler devletlerine sahip çıktılar. Devleti yağmalatmadılar. Kamu kurum ve kuruluşlarının halka çok büyük katkısı oldu. Geçmişte ithal edilen birçok ürün ülkede üretilmeye başlandı. Türkiyede sanayinin ve kalkınmanın temelleri bu işyerlerinde atıldı. Nitelikli insan gücünün belirlenmesine de katkısı olmuştur.
Atatürk, devletçiliği bir hükümet politikasının ötesinde bir devlet politikası olarak kabul etti ve anayasaya Devletçilik ilkesini koydu. 1924 Anayasasının(Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 2. maddesi ve 3 Şubat 1937 gün ve 3115 sayılı yasa maddesidir. 17.06.1938 gün ve 3460 sayılı sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek sureti ile kurulan iktisadi teşekküllerin teşkilatıyla idare ve murakabeleri hakkındaki kanundur.
TOPRAKLARIN KAMULAŞTIRILMASI
1924 Anayasası (Teşkilatı Esasiye Kanunu)
Büyük toprak sahiplerinin arazilerinin topraksız ve az topraklı köylüye dağıtılabilmesi amacıyla kamulaştırılmasını kolaylaştırmak amacıyla var olan yasa 1937 yılında değiştirildi. Anayasanın 74. maddesine 13.2.1937 gün ve 3115 sayılı Yasa ile şu fıkra eklendi: “Çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve ormanları Devlet tarafından idare etmek için istimlak olunacak arazi ve ormanların istimlak bedelleri ve bu bedellerin tediyesi sureti, mahsus kanunlarla tayin olunur.“ Bu değişiklik temelinde bazı büyük toprak sahiplerinin arazileri kamulaştırıldı.
MADENLER, ETİBANK, TÜRKİYE KÖMÜR İŞLETMELERİ, TÜRKİYE TAŞKÖMÜRÜ KURUMU GİBİ KURUMLARDA DEVLET KONTROLÜNDE İŞLETİLDİ.
VE Türkiye Cumhuriyetindeki örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Hal böyle iken ülkemiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde kamu kurum ve kuruluşların bir bir elden çıkarılması Kıbrıs Türk Hava Yolları , Eti işletmeleri ,Peyak örnekleri hala hafızalarda taze iken bundan sonra yapılması düşünülen özelleştirmeler, ülkemizde sosyal adalet duygusu, refah ve insanlarımızın mutluluğuna katkı sağlamayacağı inancındayım. Eğitim ve sağlık kurumları başta olmak üzere telekomünikasyon, elektrik gibi hayati alanlarda yapılacak olan özelleştirmelerin kısa, orta ve uzun vadede o sektörlerde çalışanların işsiz ve aşsız kalmalarına neden olacaktır. Özelleştirilmesi düşünülen kurumların zarar ettikleri varsayılıyor ise bir planlama dâhilinde verimli ve uyumlu çalışma neticesinde kendi kendilerine yeter hale gelebileceğine inanmaktayım. Yeter ki popülizm ile hareket edilmeye devam edilmesin.