Coğrafya senin kaderin midir, yoksa kaderini kendin yazabilir misin? -1
“Dünyaya hoşgeldin bebek. Evet, KKTC’de dünyaya geldin. En basit hakkın için bile mücadele vermek zorunda kalacağın, siyasetin hayatının hiçbir alanından eksik olmayacağı, bireysel çıkarlar uğruna toplumsal çıkarların hiçe sayılacağı bir yerde doğmuş olmak nasıl bir his?”
Geçen sene bu dönemler kendi sosyal medya hesabımdan bir yazı paylaşmıştım. İçim çok dolmuştu yine. Karma evlilik sorununun beni ne kadar etkilediği ve bir an önce yetkililerin çeşitli girişimler yaparak sorunu çözmesini umduğumu belirtmiştim sadece. Ancak, sadece ‘ummak’ ile kalmamış, kalamamış; bir mücadeleye dönüşmüştü karma evlilik sorunu benim için. Bu yazı üzerine halk bana ulaşıyor; “bu konu hakkında bugüne kadar pek bir şey yapılmadı, bir mücadele başlatalım, yak bu mücadelenin ateşini ve artık bir çözüme kavuşturalım bu sorunu,” diyordu. Ne anlardım ben hiç kimsenin bugüne kadar sahiplenmediği bir mücadeleyi başlatmaktan? Yapabilir miydim acaba, bu sorundan kendi de etkilenen bir kişi olarak, öncü olabilir miydim bu sorunun çözülmesine? O kadar aktivist, o kadar siyasetçi neden sahiplenmemişti bugüne kadar bu sorunu? Sonuçta yıllarca var olan bir sorundu, sadece ben büyüyüp yeni anlamaya başlamıştım ne kadar önemli bir sorun olduğunu. Gözümü çok korkutan, upuzun bir mücadele yolu duruyordu önümde. Korkmuyordum desem yalan olur. Ama göz mü yumacaktım diğer çocukların da benim gibi istediği üniversitelere gidememelerine, seyirci mi kalacaktım aileleri ile yurtdışına kolaylıkla gidememelerine? Doğduğu adanın bir vatandaşı olmak her çocuğun hakkı sonuçta. Daha fazla çocuk, ‘ötekileştirilmiş’ hissetmesin diye, korkularımı bir kenara bıraktım; tüm nefret söylemlerine, “siz zaten bu kimliği hak etmiyorsunuz”lara, “Türkiye pasaportu ve kimliği neyinize yetmiyor”lara kulak tıkadım ve dedim ki: “bu sorunu halk olarak toplumsal gündemin tam kalbine oturtmaya ve çözüme kavuşturmaya geliyoruz.”
Bir senedir bu yoldayız. Bu yol, çok uzun ve engebeli bir yol, engellerle ve dikenli tellerle dolu. Çok kez düştük, çok kez ittirildik; ama yine de ayağa kalkıp duruşumuzu ve ideolojimizi bozmadan yürümesini bildik. Hem çok şey öğrendik, hem de çok şey öğrettik. Hep en doğru, en somut bilgiye ulaşmaya ve size de ulaştırmaya çalıştık. Çok güzel adımlar attık, atmaya da devam ediyoruz. İlk hedefimize ulaştık, toplumdaki her kesimin aktif bir şekilde bu sorunu gündemine almasını sağladık. Tabi ki bu hedefimize ulaşmak bile çok kolay olmadı. Bu yolda yürümeye çalışırken, bir sürü insanlar çıktı karşımıza. Kimisi elimizden tutup bizi kaldırdı, kimisi de düşmemiz için defalarca bize çelme takmaya çalıştı. Çünkü burada, bazı kesimlerde, gençlerin önünü açmak, ellerinden tutup mücadele verecek yeni beyinler yetiştirmek yerine; potansiyel liderler yetiştirmekten korkan, koltuklara ve popülizme çok düşkün siyasi bir anlayış var. Şaşırılacak bir şey mi? Pek sanmıyorum. Gençlere söz hakkı sunmayan, onlara kendilerini ifade hakkı tanımayan, fikirlerini sormayan ve önemsemeyen anlayışa pek de yabancı değilizdir eminim hiçbirimiz!
“Bana balık verme, balık tutmayı öğret.
Beni kontrol etme, bana mücadeleyi öğret.
Kaderimi ‘sen’ belirleme, bana kendi kaderimi yazmayı öğret.”