KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, dışta ve Kıbrısın her iki kesiminde de çözüm umutları artmıştır.
Özellikle KKTCde bazı kişilerin, aşırı iyimserlik içinde olduğu ve büyük bir heyecanla çözüm beklentisi içinde olduğu görülüyor.
Kıbrısta şimdiye kadar bir barış anlaşması yapılamaması bıkkınlığa sebep olduğu için, artık herkes çözüm umutlarının artmasından heyecan duymaktadır.
Fakat, çözüm isteğinin fazla abartılmaması ve çözümün gerekçeleştirilebilmesi için de öncelikle, şimdiye kadar sürdürülen toplumlar arası görüşmelerin başarısız olmasının nedenleri dikkate alınmalı .Bunlar ortada durduğu süre de fazla umutlanmamalı.
Kişisel görüşüme göre,Rum tarafı,Türklerin bir teslim anlaşmasını kabul etmesi beklentisi içindedir.
Oysa yapılacak olan barış anlaşması sürdürülebilir, kalıcı ve her iki halkın varlığını sürdürmesine olanak verecek şekilde olmalı.
Bu nedenle halkımızın geleceğinin belirlenmesinde, heyecan,duygusallık ve ideolojik etkenler altında kalmadan, varlığımızın sürdürülmesine olanak verebilecek bir çözüm isteyenlerin, çözüm ve barış düşmanı gösterilmesi, haksızca bir suçlamadır.
Annan planı referandum döneminde de,plana karşı olanları, çözüm ve barış düşmanlığı ile suçlayanların şimdi de, sürdürülebilir çözüm isteyenleri ayni sıfatla suçladığı dikkati çekmektedir.
Fakat gerçekten bir barış anlaşması yapılmasından yana olan herkes, öncelikle, şimdiye kadar toplumlararası görüşmelerden sonuç alınamamasının nedenlerini dikkate almalı.
Karşı taraftan kaynaklanan nedenler ortada olduğu süre,kalıcı bir çözüm gerçekleştirilebilmesini beklemek de iyimserlik, barışseverlik ve çözümden yana olmak değildir.
Bilinen gerçeklere ve Rum tarafının değişmeyen tutumuna rağmen, iyimserlik havası yaratılması, hemen şimdi çözüm istendiğinin açıklanması, gerçekleri hatırlatanların da barış ve çözüm düşmanlığı ile suçlanması, sadece Rum tarafının oyalama amacına hizmet eder.
Çözüm umutlarının arttığı bu dönemde, hiç olmazsa her iki tarafın da düşmanlığı teşvik eden hareketlerden kaçınmalıdır.
Sadece bizim düşmanlığı körükleyen davranışlardan kaçınmamız ve Rum tarafının yaptığı dostça olmayan tutum ve davranışları göz ardı etmemizin de çözüme hiçbir faydası olmaz.
Örneğin, herkesin çözüm heyecanı içinde bulunduğu bir dönemde, bir Rum öğretmenin öğrencileri sınıra getirerek düşmanlığı teşvik edici eylem düzenlemesi,Türk kesimini taşlattırmasını,ayrıca güneye geçişlerde kuzeyden satın alınan yiyeceklerin bile geçişinin engellenmesi gibi gerçeklerin önemsenmemesi çözüm ve barışa katkıda bulunmaz.
Aksine, böyle eylemleri göz ardı edilmesi ve gizlenmesi, ayni üzücü olayların tekrarlanmasına ve artmasına zemin hazırlar.
Hele sırf çözüm ve barışa katkıda bulunulabileceği düşüncesi ile, her koşulda ve daima Türk tarafının suçlanması ve Rumların aklanması da yine çözüme yardımcı olamaz.
İşte bu nedenle Türklerin teslim olmasını sağlayacak bir anlaşma değil de, gerçekten sürdürülebilir bir barış anlaşması yapılmasından yana olan herkes, Rumların çözüme yanaşmasını engelleyen etkenlerin ortadan kaldırılması gerektiği gerçeğini kabul etmeli.