Kıbrısım... O kadar güzel ki... belki bu topraklarda doğduğumdan olacak bana göre her şeyiyle eşsiz... Vatanım... Atalarımdan bana kalan bu topraklar buram buram emek kokuyor, sevgi kokuyor, mücadele kokuyor, aşk kokuyor kısaca her şeyiyle onlar kokuyor. Bunun yanında doğa tüm cömertliği ile sunuyor bize dağlarını, denizlerini, güneşini, sakinliğini ve bağrından bize gönderiyor kendine ait tüm canlı yaşamı. Vatanıma, doğasına, yapılan tüm saldırılara rağmen direniyor inadına yurdumun toprakları tüm sahip olduklarıyla. Aslında ruh sağlığımızın iyi olması için kendince katkı sağlıyor bize topraklarımızın konumu. Zaman zaman bir ruh sağlığı uzmanı olarak “ne kadar sağlıklıyız?” sorusunu kendime sorduğumda sağlıklılıkla sağlıksızlığın birbirine geçmiş olduğunu, anormalle normalin acımasızca yer değiştirdiğini kendim gibilerin artık anormal kategorisinde yer aldığını görmekteyim. Peki görüp de ne yapmaktayım? Galiba önce mücadele, sonra isyan ve en sonunda öğrenilmiş çaresizlik yaşamaktayım.
Bir zamanlar kendimi yıprattığım konulardan olmuştur “neden küçücük bireysel kazanımlar için büyük toplumsal kazanımları görmezden geliyoruz?” “Neden daha evrensel düşünmeyi reddediyoruz?” “Bizim hangi özelliklerimiz gelişmemize engel olmaktadır?” “Nasıl kendimizi ve diğer insanlarımızı üzmeden, kendimiz gibi görerek daha güzele ulaşabiliriz?” bulduğum yanıtlar işe yaramıyor. Zaman içinde çözümsüzlüğün istendik olduğunu ve bize bile isteye yaşatıldığını fark edebiliyorum.
Bakıyorum Kıbrısımın güzel insanlarına özellikle anormal olanlarına. Sabırlı, hoşgörülü insanlar onlar. Bazen umutlu, bazen kaderciler. Erteleyebiliyorlar birçok şeylerini ve görmezden gelebiliyorlar arzularını. Zamanla bir şekilde uyum sağlıyorlar uyumsuzluğun uyumuna. Zeki ve yetenekli olsalar da bastırma ve akla uygun hale getirme mekanizmalarını çok ustalıklı çalıştırmaktalar. Bazıları da benim gibi reddediyorlar sözde düzeni ve düzensizliğin içinde düzen yaratmaya ve üretmeye çalışıyorlar kendileriyle dalga geçerekten.
Bizler toplumsal yaşamımız içinde öyle ilginç bir yapı oluşturduk ve öyle güzel uyum sağladık ki, yarattığımız bu düzende karşılıklı rızayla Kuzey Kıbrısa has normal olarak belirlediğimiz normlarımızla anormal bir düzenin alt yapısını kurduk. İçinde bulunduğumuz bizzat yaşadığımız bu aldanış halinde önce kendimizden kaçtık sonra içinde bulunduğumuz toplumdan. Bu yeni düzen çoğumuzun çok hoşuna gittiyse de paradoksal olan ülke dışında da doğruların bilinmesi ve anlaşılması oldu. İçte başka dışta başka. Sana başka bana başka. Mübarek sanki bukalemun havasında.
Bu aldanış halinde gerçek olanı algılamadaki zorluk bu ülke sınırlarındaysa belki de özel bir kişilik bozukluğumuz bile vardır. Belki de çok manevracı bir yapı gelişimindendir. Kim bilir ... belki de davranımlarımız elimizde değildir, duygularımızda kısıtlılık vardır belki. Sevgi duygusunu bile yaşamakta zorlandığımıza göre belli ki kaçıyoruz bencilce her şeyden herkesten ve tabii ki kendimizden. Sorduğum soruların, doğaçlama yaptığım gözlemlerin yanıtını da bulmakta zorlanıyorum. Bu konuda bilimsel bir çalışma yok. Bazı konularda yapıldı elbette ki bunlardan biri de bana aitti nereye varıldı ne derecede ses çıktı muamma. Biz aslında cümbür cemaat çok konuşan çok bilen bir toplumuz. Biz herhangi bir konuyla gerek ilgili gerekse ilgisiz olalım her konuda konuşabiliyoruz hem de en iddialısından. Memleketimde kumarhane ve gece kulüplerinden sonra en çok da üniversite var belki bu nedenle hem bilgili hem kültürlü hem de çok namusluyuz!
Devam edecek...