Her kim Türkiye’nin uluslararası oyun sahasında alanını genişletmek için rol üstleniyorsa tepki alacağını bilmeli. Bu tepkiler bazen nazik, bazen ustalıklı, bazen belden aşağı olur; bazen de hepsi birden... Bugüne kadar ihmal edilen, boş bırakılan, kayıtsız kalınan coğrafyalara dönmemin sadece mesaisi değil bedeli de vardır. Zorlu, acımasız bir mücadelenin muhatabı olursunuz.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelen İsrail-ABD kaynaklı okları bu perspektif içerisinde okumalıyız.
Ankara’nın bağışıklığı var
Yıllardır Türkiye’nin pasif oynamasına alışmış olan ülkeler ve onların istihbarat teşkilatları yeni politikaya entegre olmakta zorlanıyorlar. Anlaşılabilir nedenlerden dolayı şaşkınlar ve bildikleri tek yöntemle; centilmenlik dışı yollarla sonuç almaya, durumu lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. Ankara’nın bu tür yöntemlere karşı güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olduğunu da gözden kaçırıyorlar.
Benzer yöntemler geçmişte Ahmet Davutoğlu için de uygulanmıştı. Yaygın ve sürekli bir şekilde bizzat Başbakan Erdoğan için de uygulanıyor. Batı’nın kolaylıkla etkileneceği iki sembol üzerinden: İsrail düşmanlığı ve İslamcılık...
Bir lidere veya bir bürokrata bu iki kavram üzerinden saldırmanın kolaylığı ve garantisi vardır, bunu uyguluyorlar.
Peki nedir, Amerikalılar’a göre Fidan’ın suçu?
Türkiye topraklarında Türkiye’nin istemediği bir şeyin yapılmasını engellemek. Bu ülkenin geçmişte olduğu gibi yabancı istihbarat örgütlerinin serbest hareket edebilecekleri yer olmasına izin vermemek.
Geçmişte bütün bunlar yapılabildiği için, şimdi bu alanın kapatılmasını anlamakta zorlanıyorlar. Özetle; eşit ilişki istemiyorlar.
Türkiye istihbarat teşkilatının, CIA ile Mossad’la benzer statüde hareket etmesini, o örgütler nasıl kendi milli çıkarlarını korumak için çalışıyorsa, MİT’in de aynı felsefeyle çalışmasını kabullenemiyorlar. Belli ki stratejik işbirliği içinde olmayı hiyerarşik bir ilişki olarak tasarlıyorlar.
Tekrarlayalım... Bu tasarımın ve pratiğin belki geçmişten gelen bir mantığı vardı ama bugün değil. Bugün Türkiye’nin yakın bölgemizden Afrika’ya kadar el attığı dosyalar bu hiyerarşiyi taşımaya elvermiyor. Kendi iç pazarında istihbarat örgütlerinin cirit attığı bir ülkenin kendisini güvende hissetmesi ve uzak sahalarda diplomasi yürütmesi beklenemez.
Müttefikler ayak uydurmalı
Gelelim, bu olayın tarihsel boyutuna...
Türk istihbarat teşkilatına karşı böyle bir saldırı ilk kez yaşanıyor. Şimdiye değin kardeş-kardeş; daha doğrusu ağabey-kardeş ilişkisiyle süregelen ilişkilerde MİT ve MİT başkanlarıyla sorun yaşanmıyordu. Hükümetler de dış politikada risk alanlarına girmedikleri için tabiatı gereği istihbarat rekabetinde ileri düzeyde rol almak da gerekmiyordu.
Bugün ise gerekiyor. Sadece Suriye konusunda uluslararası toplumun içine düştüğü acınası durum bile Ankara’nın kendisini garantiye alan bir politika izlemesinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Müttefiklerimiz de müttefiklerimizin dostları da bu yeni denkleme ayak uydurmak zorundalar. Ayak uydurmak ise sanılanın aksine zor olmayacak... Alışkanlıkları ve işbirliği prensiplerini gözden geçirmeleri yeterli olacak. Çünkü Türkiye, sadece barışçı değil aynı zamanda vehmedilenin aksine rasyonel bir politika da takip ediyor.
Sonuçta, Wall Street Journal ve Washington Post üzerinden yürütülen istihbarat mücadelesi Hakan Fidan’ın bürokratik ve politik rolünün önemini ortaya koyuyor. Bu vesileyle, istihbarat faaliyetlerinin kalitesi ve milli karakteri de teyid edilmiş oldu. Anlaşıldı ki istihbaratımız ve diplomasimiz birilerinin ayağına basacak düzeye gelmiş. Üzerimizdeki ölü toprağı atılmış demek ki...