Denktaş bey ile ilgili farklı bir değerlendirme
Kimisine göre Kıbrıs Türküne hayat veren heyecan veren bir kişilikti…
Türkiye’de bir kesim ona hayattayken “yaşayan tek Türk Milli Lider” dedi.
Kimisi de adadaki çözümsüzlüğün devamının mimarlarından biri olarak gördü.
Benim için Denktaş beyin farklı bir yönü yaşım ilerledikçe ön plana çıktı.
İş hayatında zorlandığımı hissettiğimde…
Farkında olmadan onun yolculuğunu referans aldım.
Düşünüyorum da bir yerde bilinçaltında kendi iç sesimin de telkiniyle ondan ilham aldım.
“Lider” yerine “yöneticilik” sıfatını Denktaş isminin arkasına koyan bugüne kadar olmamıştır sanırım.
Aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünü anarken onu yalnızca milliyetçi bir siyasi lider olarak değerlendirmemek lazım.
Daha geniş bir ortak paydayı ortaya çıkarıp gelecek nesillere salt Türk milliyetçiliğinin ötesindeki yönleri ile de onu anmak lazım.
Onu dar bir çerçeveye oturtmak kolaya kaçmak olur.
Çok büyük zorluklarla mücadele etmek adına insanları motive edip yönetmek sorumluluğunu üstüne almış çalışkan bir yönetici olarak da onu görmek lazım.
Rahmetli Denktaş’ın Kıbrıs sorunu ile ilgili izlediği politikaya ve görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız ama Kıbrıs Türkü olarak çok zor şartlar altında göstermiş olduğu yöneticilik yetkinliklerinden siyaset üstü çıkarılması gereken öğretiler var.
O, ayni hayalleri paylaşan “hayal ortaklarını” bir araya getirebildiği…
İmkânsız gibi gözükenleri çok çalışarak değiştireceğine inanacak kadar idealist olduğu…
Ama hayalinin önündeki engelleri görecek kadar da sabırlı ve gerçekçi olduğu…
Ve engelleri kaldırmayı deneyecek kadar cesur olduğu için ilk önce çok iyi bir yönetici ve sonrasında da geçici değil kalıcı bir lider mertebesine erişti.
Denktaş’ın yukarıda kısa özetini sıraladığım yönüyle bıraktığı boşluk doldurulamadı.
Yalnızca bizim için değil.
Bu yönetim boşluğu Türkiye’yi de etkiledi ve ileriki günlerde görüntü odur ki artarak etkilemeye devam edecek.
Türkiye’ye verdiği hizmete rağmen gün geldi Ankara’daki hükümetlerle de zaman zaman ters düştü.
Böyle bir ters düşmenin sonucunda en sonunda siyasetten geri çekildi ama inandıklarından geri adım atmadı.
Bu hareketi ile Ankara’daki her hükümetin ‘’adamı’’ olmadığını da gösterdi.
Türkiye ile ters düşmesinin her iki taraf için hayati olan ilişkinin toplamını ve yaratacağı tahribatı düşündü.
Muhatapları davranışlarında göstermese de o olgunluk gösterdi ve çekildi.
Bu hareketi bundan sonraki nesle de paha biçilmez bir referans noktası olması lazım.
Sonrasında da susmadı. İnandıklarını yazdı ve konuştu. Benim gibi amatör yazı insanları için de ilham kaynağı oldu.
Bulunduğumuz coğrafyada demokrasi adına bunu onun yaptığı şekilde yapabilen kaç kişi çıktı ya da çıkabilecek diye durup düşünmek lazım.
Bu davranışı ile ömrünün son yıllarında, liderin çok sayıda izleyicisi olduğu için lider olmadığını içtenlikle izleyenleri olduğunda gerçek lider olunduğunu da gösterdi.
2010 Mayıs ayında İstanbul’da katıldığı bir konferansta değişen siyasi iklimin de etkisiyle Denktaş bey ile hararetli bir şekilde tartışan siyasiler ve diplomatlar “Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük hizmetleriniz oldu ama şu andaki görüşünüze katılmıyoruz” dediklerine şahit oldum.
Ne kadar büyük bir tesadüftür ki, katılmadıkları görüşü de tam da bu günlerde gündemde olan federasyon bazında görüşmenin devamına karşı olan görüşüydü. Konfederasyon ve ayrı devlet alternatifini Türkiye’nin desteği ile geciktirilmeden zorlanması gerektiğinde ısrar ediyordu.
Bundan duyduğu üzüntüyü ve bir yerde hissettiği çaresizliği de akşam benim de son kez onunla birebir sohbet etme fırsatım olduğu yemekte sabırla mücadele etmemiz gerektiğini dile getirmişti. Sabır konusuna atıfta bulunmuşken deyip parantez açıp “Hapı yuttuk Doktor, Türk olduğumuzu bir de Atatürk’ün silah arkadaşına ispatlamak durumundayız” diye özetleyebileceğim İsmet İnönü, Fazıl Küçük ve kendisi arasında bir Ankara ziyaretlerinde geçen fıkra niteliğinde anekdotu da anlatmıştı. İnönü’ye ilettikleri taleplerine istinaden “Türk sabırlı olur” ifadesine karşılık toplantı çıkışında Fazıl Küçük’e söylediği bu ifadeyi yüzünde acı bir gülümsemeyle anlattı.
Kıbrıs’a ileriye doğru Türkiye’nin çıkarları açısından bakan “kurumsal yapı” Denktaş gibi bir yöneticinin olası eksikliğinin önemini her zaman hissetmiştir. O hissiyat o kadar güçlüydü ki Denktaş’ın görevinin devam etmesi için KKTC’nin kuruluşunu bile gerekli kılmıştır.
Denktaş ömür bırakıp gitti ama Türkiye’nin adadaki çıkarları artarak devam ediyor.
Türkiye’ye verdiği hizmet açısından rahmetli Denktaş ve bir araya getirdiği ekibin arayışı vardır.
Niye mi?
Yine yöneticiliğin ilk anda akla gelmeyen başka bir boyutuna referans vererek değerlendirelim.
İyi yönetici işini yaptıktan sonra onu takip edenlere ‘’biz yaptık’’ hissini veren yöneticidir.
O, KKTC’nin kuruluşuna kadar olan süreçte bu duyguyu sonrasında görüş ayrılıkları olsa da doyasıya yaşattı.
Şu anda siyasette adını tam koyamasak da eksikliğini hissettiğimiz ve O’nu farklı kılan yöneticilik özelliklerinden biri de bence budur.
Türkiye’nin çıkarları da bu hissi adadakiler kaybetmeye başladığında risk altına girmeye başlamıştır. Buna kimisi son derece yüzeysel bir bakış açısıyla toplumun bozulması olarak bakıyor. Bir kurum veya ülkeye olan aidiyet duygusunun erozyona uğramasının bir nedeni de ‘’biz’’ duygusunu ortaya çıkaracak yönetici ve ekibinin olmamasından dolayıdır.
Bunun için arkada bıraktığı Türk milliyetçiliğine dayanan görüşleri kadar rahmetli Denktaş ‘’yöneticilik’’ kimliğiyle de yattığı yerden başarılı ve başarısız olduğu yönleriyle seslenmeye, hatırlanarak ve anlatılarak devam ettirilmelidir.