Üç yerli üründe limit üstü bitki koruma Üç yerli üründe limit üstü bitki koruma
Kıbrıs Türk Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı, 2023 – 2024 Adli Yılı'na girerken umut ve motivasyon dolu bir konuşma yapmak istediğini ancak 2023 yılının, Kıbrıs Türk halkı için en kötü yıllardan biri olarak tarihe geçtiğini söyledi. 
Hasan Esendağlı, bu tablodan çıkan sonucun; “Kıbrıs Türk toplumunun KKTC Devletine olan saygı, güven, inanç ve bağlılığının ciddi şekilde hasar gördüğü, neredeyse kaybolma noktasına geldiği” olduğuna işaret ederek, “Bu durum, spesifik konuların üzerinde, en büyük sorunumuzdur” dedi.
Esendağlı, Devletin üç büyük erki; yasama, yürütme ve yargının temsilcilerinin bir arada bulunduğu Adli Yıl açılış törenlerinin yıllardır ülkenin ve özellikle yargının sorunlarının dile getirildiği bir platform olarak kullanılmasının bir teamül haline geldiğini buna karşın bu sorunların çözülememesi ve hatta her geçen yıl daha da büyümesinin ise neredeyse başka bir teamül durumuna geldiğini belirtti. 
Hasan Esendağlı, Polis Teşkilatının içinde bulunduğu durumun “ciddi şekilde endişe verici boyuta” ulaştığını savunarak, “Kamu güvenliği açısından birincil derecede öneme haiz bu kurumumuz, nüfus ve suçlardaki artış ile tezat bir şekilde polis sayısının gerekenin çok altında kalmasının yanı sıra teşkilattaki yozlaşma, gruplaşma, husumet, terfilerde yaşanan adaletsizlik gibi sorunlar nedeniyle, görevlerini yerine getirmekte ciddi zafiyet göstermektedir” ifadelerini kullandı.
Cezai soruşturma gibi kritik önem taşıyan bir görev ve yetkiye sahip olan Polis Teşkilatının, bu konudaki icraatının da adil olmadığı uyarısını yapmanın da görevleri olduğunu ifade eden Esendağlı, ilk nazarda; polise aktarılan benzer nitelikli şikayetlerin ileri götürülüp götürülmemesine ilişkin uygulamaların standart olmadığının dikkat çektiğini kaydetti. 
Esendağlı şöyle devam etti:
“Bir yandan dışarıdan akın akın göç almaktayız; ama öte yandan gençlerimiz, nitelikli, eğitimli beyinlerimiz, ailelerimiz, kendilerine başka ülkelerde gelecek aramaktadır. Ortada ayağımızın altından kayıp gitmekte olan bir ülke, tüm bağları çözülmekte ve yok olmakta olan bir toplum vardır. Bu olumsuz tablonun tek sorumlusunun siyaset ve siyasetçiler olduğunu söyleme kolaycılığına kaçmamak gerekir. Ortaya çıkan bu sonuçtan, özellikle mevcut yapıdan sağladığımız fayda ve değişime gösterdiğimiz direnç oranında- hepimiz kendi payımıza düşen sorumluluğu üstlenmeliyiz.
Anayasa’ya aykırı yasaların, yasalara aykırı tüzüklerin, tüzüklere aykırı idari işlemlerin göz göre göre yapıldığı; çok sınırlı bir düzenleme alanı olan yasa gücünde kararnamelerin yasama yetkisini gasp edercesine kullanıldığı; kamu yararı ilkesinin ısrarla göz ardı edildiği bir dönemden geçmekteyiz. Hükümetin adeta 'biz yapalım, yargı bozarsa bozsun' yaklaşımı ile hareket ettiği görülmektedir. Bu yanlıştır. Başka bir yanlış ise, hükümetin her icraatını mahkemelere taşıma şeklindeki muhalefet anlayışıdır. Teknik olarak başarı şansı olup olmadığı dikkate alınmadan, siyaseten muhalefet konusu olması gereken pek çok konu ile ilgili davalar dosyalandığı görülmektedir. Bu noktada aslen siyasetin konusu olan meselelerin mahkemeler eliyle çözülmeye çalışılması şeklinde ortaya çıkan pratik, tehlikeli sonuçlara gebedir. Mahkemelerde yaratılan siyasi nitelikli dava yoğunluğu, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin sınırlarını tehlikeye atmakta ve yargıyı hedef haline getirme potansiyeli taşımaktadır.
Devlet ve kamu kurumları istihdamlarında torpil ve kayırmacılık kokan adaletsiz uygulamalara son verilmelidir. Bu adaletsizlik, toplumsal barışın temellerine konulan bir dinamitten başka bir şey değildir.
Kamunun her kademesine giriş ve yükselmelerde liyakat ilkesi temeline dönmek zorundayız. Liyakat ilkesinin Devlet tarafından uygulanmıyor olması, kamu hizmetlerindeki genel bozulmanın ve çöküşün ana sebebidir. Torpil ve partizanlık, devleti içeriden kemiren ve çökerten bir parazitten başka bir şey değildir. Kamunun pek çok kritik pozisyonu niteliksiz, yeteneksiz, başarısız kişilere teslim edilmiş durumdadır. Özellikle üst kademe yöneticileri ile ilgili olarak, bu kişilerin müşavir olup olmamasından daha önemli olan husus; üçlü kararname ile atama sisteminin derhal terkedilmesi gerekliliğidir. Pek çoğu teknik bilgi ve tecrübe gerektiren bu makamların, liyakata dayalı yükselme sistemine dahil edilmesi elzemdir.”
Esendağlı, cezaevindeki güncel mahkum ve tutuklu sayılarının, ülkenin muhaceret uygulamalarında çok ciddi bir sorun bulunduğunu gösterdiğini ifade ederek, “Yasal ve geçerli bir amacı olup olmadığı süzülmeden rahatça ülkeye giriş yapan veya yasal bir statüsü olmaksızın yıllarca ülkede kalan kişilerin karıştığı kriminal olayların önüne geçilememektedir” dedi, yönetime; “Kapasitesi artırılmış yeni cezaevi, daha faaliyete geçtiği ilk yıl, dolmuş ve taşmış durumdadır. Şimdiki planımız nedir? Yeni bir cezaevi daha yapmak mı? Yoksa artık ülkemize girişi ve ikameti, yasal amaçlarla sınırlı kılacak etkin bir denetim mekanizmasını uygulamaya koyacak mıyız?” diye sordu. 
Ülkedeki inşaat yoğunlaşmasını, “ekonomik gelişme ve büyüme” kabul eden anlayıştan ne zaman vazgeçileceğini soran Esendağlı, şöyle devam etti: 
“Tüm sahiller, tarım alanları, dağlar ve tepeler betona dönüştüğü zaman mı? Bir balon gibi şişen sektör, patlayıp yeni mağdurlar yaratınca mı? Fahiş şekilde yükselen emlak fiyatları karşısında orta halli yerli insanların konut sahibi olması tamamen imkansız hale gelince mi? Zaten yetmeyen elektrik, su, kanalizasyon, trafik alt yapıları tamamen çökünce mi? Gerçekten tüm saydığım sorunlar içerisinde ülkemize yaptığımız bundan daha büyük bir kötülük olduğunu düşünmüyorum. Gelecek nesillere ne bırakacağız? Büyük bir kısmı yabancılara satılmış, betona boğulmuş bir ülke mi?”