Dr. Fazıl Küçük, hayatını çocukluk ve gençlik döneminde geçirdiği zor günleri kendi kaleminden şöyle aktarıyor:
 
İlkokulu bitirmiş, o zamanlar bugünkü ortaokul yerinde olan rüştiye okuluna  devama başlamıştım. Mektebin yeri, sonraları ticaret okulu olarak kullanılan binada idi. İlkokulun son sınıfına geldiğimiz zaman Birinci Cihan Savaşı devam ediyordu. O zamanın milli şarkılarından ne varsa öğretmenimiz bize onları öğretir ve biz her sabah bu şarkıları söyleyerek sınıfa girerdik. Mektep binaları gayrisıhhî olduğundan, açık ve güneşli havalarda çocukları kırlara götürmek ve orada ders yapmak o zamanın adetlerindendi. Mektepten hareket edip de surlar harici çıkıncaya kadar yolda, mektepte öğrendiğimiz şarkıları okur giderdik. Hocanın bu halini gören İngiliz idareciler bundan kuşkulanmağa başlamış ve kendisini çağırarak bundan böyle sokaklarda talebesini sessizce götürüp getirmesi ihtarında (uyarısında) bulunmuşlardı. Bunu hazmedemeyen Hocamız Hafız Lisani düşünmüş taşınmış, aklına bir şey gelmiş ve her çocuğa birer düdük alarak şarkılarını düdüklerin çıkaracağı seslerle söylemesini istemişti. Hiç unutmam zamanın yürürlükte olan şarkısı da:
Yürüyelim ileriye,
Atlayalım dağ tepe
Patlatalım bombaları,
Çanlar batsın yerlere.
Her nedense bu şarkı İngilizleri çok sinirlendiriyor ve bahusus tam polisin önünden (Girne Caddesi Lefkoşa Polis Merkezi) geçerken hocanın, çocukları daha da fazla bağırtmasını hazmedemiyorlardı.
“YARALANAN ŞOFÖRE KLİNİĞİMDE İLKYARDIM TEDAVİSİ YAPILDI”
Dr. Fazıl Küçük’ün, aktif siyasi hayata atılması, her ne kadar adaya döndüğü 1937 yılında başlarsa da, siyasi faaliyetleri daha gerilere, 1931 yılına kadar uzanıyor. Dr. Fazıl küçük, daha bir üniversite öğrencisi iken, Türk Maarifi’nin İngiliz müdürler tarafından yönetilmesine ısrar eden Kavanin Meclisi'nin Türk üyelerine karşı çetin bir mücadeleye girmiştir.
“... Siyasetle uğraşmak aklımın ucundan geçmiyordu. Sadece mesleğime devam etmek azmi içindeydim. Yalnız, bir gün kapının önünde dururken, yoldan geçen bir şoförün, sokak ortasında sağdan sola koşan serseri bir köpeğe çarptığını ve köpeğin öldüğünü görmüştüm. Hadisenin cereyan ettiği bu anda polis kuvvetlerinin başında bulunan İngiliz kumandanı da atı üzerinde buradan geçiyordu. Köpeğin şoför tarafından çiğnendiğini görmüş, hemen atından inerek bu zavallı şoförü güya bir cinayet işlemiş gibi yumruk ve tekme ile yere sermiş, ağzından burnundan kanlar akıncaya kadar dövmüştü.  Bunu gören halk, İngiliz’in bu vahşi hareketine isyan etmiş ve onlar da bu defa İngiliz’in üzerine saldırarak büyük bir harekete başlamış, zor durumda kalan İngiliz, işin içinden sıyrılmanın kolay olmayacağını anlayarak cebindeki düdüğü çıkarmış ve yardım talebinde bulunmuştu. Düdük sesini işiten polisler koşmağa başlamış, halkın arasına girmiş, fakat kavga o kadar büyümüştü ki, 3-5 polis daha epey tartaklanmıştı. Arkadan yetişen daha fazla polis kuvveti en nihayet hadiseyi önleyebilmiş ve bu polis başkomutanı da tekrar atına atlayarak yara bere içinde canını kurtarabilmişti.
Hadise üzerimde çok büyük bir tesir bırakmıştı. Vaka mahalline toplanan kalabalık ve gelip geçen meraklıların da durması ile yol trafiğe kapanacak bir hal almıştı. Yaralanan şoföre kliniğimde ilkyardım tedavisi yapıldı. Cerrahi bir müdahaleye lüzum kalmadığından adamcağızı biraz istirahat etmesi için bekleme odasına oturttum. Bir taraftan halkı teskine çalışırken, diğer taraftan da bu kötü müstemlekeci zihniyete bir son vermek zamanının geldiğine inanıyordum. Yaralıyı evine gönderdim. Derin bir düşünceye daldım. Belki bugün dövülen tek bir kişi idi. Ya diğer taraftan 120.000 Türk’ün her gün suratına inen şamarlara ne diyelim?
Mekteplerimiz, evkafımız, aile mahkemelerimiz, inim inim inliyordu. Hele mekteplerimiz. 1931 İsyanından sonra ilkokul ve yüksek okullar tamamen hükümetin kontrolü altına geçmişti. İlkokullarımızda kitaplar tamamen kaldırılmış olduğundan çocuklar ellerine verilen defter ve kalemle üniversite talebeleri gibi not almak zorunda idiler...”
 
 
 
Dr. Fazıl Küçük 1967 yılının yaz aylarında Boğaz Karargahında Mücahit Komutanlarıyla
 
 
Dr. Fazıl Küçük’ten Kıbrıs Türkü’ne
 
Biz; bulunduğumuz acınaklı vaziyeti bizden sonra gelecek olanlara bırakmak istemiyoruz. Yine istemiyoruz ki, yüz kızartıcı ve bizlere lanet ettirici bir eser bırakalım.
 
Ey Kıbrıs Türkü!
En ulvi vazifen, ilim ocağımızın imdadına koşmaktır. Biliyorum, aşacağımız çok sarp ve çetin maniler vardır. Fakat unutma ki, bizim neslimiz, aşılmaz zannedilen yollarda yürüyerek gayesine varan bir millettir. Bu dava, memleket davası, gençlik davasıdır. Bizi kurtaracak milli bir mücadeledir.
 
 
Temiz ve cesur Türk köylüsü!
Her köyde bir çiftçi birliği vücuda getiriniz ki toprağınızı, suyunuzu, ağacınızı himaye edebilesiniz.
 
 
Bütün mücadelemizin hedefi halkımızın menfaatlerini müdafaa etmektir. Beklediğimiz tek mükafat ise vicdani bir huzurdur.