Erenköy kadınları erkekleri kadar cesurdu
O kızlarımız; Müsteşar ve diplomat Ayer Kâşif’in yengesi Meral Kâşif (Nadir)’le küçük kızkardeşi Firdevse Kâşif ve spor hocası Özalp Gümüş’ün eşi Sonay Gümüş’tü.
Mesla tarihe geçen bazı kadın mücahidelerimizin resimleri var. Bunlardan birkaçı, Güner Nejat ve Hatice Tahsin ve dahalarıdır. Geçenlerde vefat eden Behiye Meraklı da yeni cenerasyonun mücahidelerindendi.
Esasta Erenköy’ün çilekeş kadınlarına temas etmek istiyorum bugünkü yazımda. Özellikle Erenköy çarpışmalarının yapıldığı bir dönemde.
Dünyalar iyisi rahmetli bacanağım, Erenköy’lü ve Lefkoşa Belediyesi Çarşı Ağası Orhan Rezvan Özbalıkçı uzun uzun bana Erenköy kadınlarının fedakarlıklarını, Türkiye’den gelen gizli silahların saklanmasını, silah taşırken denizde kaybolan ağabeyi Hükmet Rezvan’ı anlatırdı.
Türkiye’den balıkçı tekneleri ile Erenköy’e silah taşıyan balıkçılara BEREKETÇİ derlerdi. Tümü de sırlarla dolu insanlardı. Hemen hemen tümüyle temasım olduğundan, onların ne kadar mütevazi olduklarını gördüm.
BEREKETÇİLER silah taşımaya başladıklarında elbette ki onların en yakın yardımcıları eşleriydi. Herşeyi gören, herşeyi bilen ve birer sır küpü olan kadınları.
Bu kadınlar silah kullanmadılar ama cephede savaşan bir mücahit kadar çok önemli görevler yaptılar.
Orhan Rezvan Özbalıkçı’nın annesi Lefkoşa’da kısılmıştı 21 Aralık 1963 çarpışmalarında. İşin en önemli yanı, Orhan’ın annesi ancak tek tük Türkçe biliyordu. Milliyetçi ve denizlerde gemisi ile kaybolan gencecik BEREKETÇİ’nin annesi Yasemin abla... Kısmen anlaşabildiğim kadar Rumcamla, onun da anlaşabileceği Türkçesiyle sohbet ederdik. Orhan’ın babası Rezvan dayı dağ gibi bir adamdı ve Erenköy’ün en önemli balıkçılarındandı. Oğlunu denizlere vermesine rağmen yüreğine taş basmış ve silah taşıyanlara ve silah gömenlere her zaman yardımcı olmuştur.
Yasemin abla anlatabildiği kadar, benim de anlayabildiğim kadar bize o silahların ne kadar zorluklarla Erenköy’e çıktığını anlatırdı. Anlatırken de denizde kaybolan oğlu Hikmet Rezvan’ı hatırlar ve gözyaşlarını yemenisinin ucu ile silerdi.
Şimdi Yasemin abla bir mücahide değil miydi? Bal gibi de Yasemin abla ve onun gibiler mücahideydiler. Onların ne üniformaları, ne cephede kullandıkları silahları vardı. Onların tek silahları, yüreklerindeki mücadele silahıydı.
20 Temmuz Harekatı sonrasında bütün göçmenler yeni evlerine ve köylerine yerleşmiş, onlar en son yerleşmişti Yalusa’ya. Yani Yeni Erenköy’e.
Orhan’ın bir süre önce kaybettiğimiz ağabeyi Sami Rezvan Özbalıkçı da zaman zaman bana anlatırdı yaşadıklarını. Silahlanma ve çanaklara konan silahları ve çanaklardan çıkartılan silahları...
Bazı Erenköylüler bana Yasemin ablanın dramını anlatırlardı. Sessiz ağlayışlarını, tahammülünü, ve umutsuz bekleyişini...
Oğlu Hikmet Rezvan silah yüklü gemi ve beraberindeki arkadaşı Asaf Elmas kaybolduğunda, hep bir muamma olarak yüreğindeki acılarla gelmesini veya bulunmasını bekledi. Umutla umutsuzluğun karmaşasındaki bekleyiş...
Erenköylülerin anlattıklarına göre, Yasemin abla her sabah güneş doğarken sahile gider ve kayaların üstüne oturarak, nazarlarını açık denize bakarak ağlarmış. O bekleyiş akşama kadar sürermiş. Etekleri sularda ıslanırmış ama o hiç tınmamış denizin azgın dalgalarından. Ne kış gemiş, ne de yaz. Bir ömür öyle geçmiş. Ta ki oğlu ile ahirette buluşana kadar...
Erenköy mücahitleri hala anlatıyorlar fedakat Erenköy kadınlarını. Erenköy çarpışmaları başladığında BM Barış Gücü’nün bölge komutanı kadın ve çocukları başka bölgeye nakletmek istemiş ama onlar “Hayır, biz öleceksek erkeklerimizin yanında öleceğiz” diyerek o teklifi reddetmişlerdi.
Bütün hayatları boyunca balıkçı ağlarını tamir eden, eşlerinin şafakla beraber seferden dönüşlerinde balık ağlarındaki balıkları toplayan, nasırlı elleri ile toprak fırında hamuru yoğurarak ekmek yapan ve pişiren Erenköy kadınları...
Cesur Erenköy kadınlarını günlece anlatsam herhalde bitiremem. Ne de kitaplara sığdırabilirim. Onlarla ne kadar gurur duysak azdır.