Etrafımızdaki din simsarı “tartüf”ler…
Bir kez daha, kanayan toplumsal bir “yara”yı, gülmecenin sihirli atmosferinde, hallaç pamuğu gibi harmanlayarak beyinlerimize nakşetti.
Sahnelediği son oyunun adı “Tartüf24”
Fransızca “Tartuffe” sahtekâr demek…
Dünyaca ünlü tiyatro oyuncusu ve yazarı, Moliere’den uyarlanmış bir komedi bu…
1664 yılında sahnelenmiş, kilisenin gazabına tutularak yasaklanmış bir hiciv harikası…
Eleştiri dozu yüksek, müzikli, danslı, bol kahkahalı, iğneleyici enerjisi yakıcı, tempolu bir güldürü…
Göndermeleri, güncel dertlere dokunuşları son derecede “ustaca”…
Bundan tam 360 yıl önce, Fransa’da bir “sahtekâr”ın, dini kullanarak, insanların inançları üzerinden çevirdiği dalavereleri konu ediyor oyun…
Dindar görünen bir sahtekârın, alçak bir dolandırıcının serüvenlerine dayanıyor…
Tartüf, dini inançlarına körü körüne bağlı zengin bir adamın (Tarikat şeyhi) evine yerleşen ve kendini dindar bir sofu olarak tanıtarak; “şeyhin” malını, mülkünü, kızını ve hatta karısını elinden almaya çalışan bir din simsarı…
17. yüzyılın, bir Fransız sahtekârı…
Bu oyunun, bugün bile “tazeliğini” koruması; o zamandan beridir, dünyamızın, “sahtekârlık” konusunda hiçbir “iyileşme” belirtisi gösteremediğinin kanıtı…
Tam tersine, sahtekârlık da; sahtekârlar da çoğaldı…
Oyundaki tüm karakterler günümüzde de etrafımızda dolaşıyor…
Hatta 17. yüzyıl ortalarındaki “tutucu” sahtekârlık, zaman içinde teknolojik yeniliklerden bile beslendi ve post modern bir “kıvama” ulaştı…
Günümüzde, bunun “versiyonları” o kadar fazla ki, yüzyıllarca geriye giderek Moliere’e başvurmak, onun “sahtekâr”ını 21. yüzyıl sahtekârları ile birlikte okumak gerekti…
İşte bunu; oyunun yönetmeni Yaşar Ersoy büyük bir “ustalıkla” kotardı…
Yaşar Usta; Moliere’in “oyunu”nun iskeletini aldı ama orada durmadı…
Nazım Hikmet’in uyarlaması olan “Tartüf59”u, bir işçi sınıfı tulumu gibi üzerine giydirdi…
Güncel toplumsal talepleri, siyasetteki kirlenmeyi, din-iman adı altında yaşanan rezillikleri harmanlayarak, yerli yerine monte etti…
Seyirciyi, üç kocaman yüzyıl içinde “komik sıçramalarla” oradan oraya taşıdı…
Böylece “Tartüf24”ü yarattı…
“Yarattı” diyorum, çünkü “yönetmenliğin” sınırlarını aşan bir “vizyon” var ortada…
Görüyorum; bazı yönetmenler, “metine dokunmama”nın tiyatroda esası oluşturduğunu savunuyor…
Hatta, bununla övünüyor…
Türkiye’de bu günlerde oyunun iki farklı tercümesi sahneleniyor. Ahmet Vefik Paşa ve Orhan Veli Kanık’ın yaptıkları tercümeler oynanırken, Nazım Hikmet’in, 1950’lerdeki Demokrat Parti Türkiyesi’ne göndermeler yaptığı uyarlamasından hiç ama hiç söz edilmiyor…
Yaşar Ersoy; bu oyunda, ciddi biçimde, hem Moliere’in, hem Nazım Hikmet’in “metin”lerine dokundu…
Oyundaki “tartüf” sahtekârını, adeta “aktive” ederek “merkez”e aldı…
Ancak; oyunun tüm “yükünü” onun sırtında bırakmadı…
“Tartüf”e kanan ev sahibi “dindar burjuva”yı “tarikat şeyhi” yaparak ona, sahne üzerinde daha “görünür” ve güncel bir “misyon” yükledi…
Bunu yaparken “taze kan” sayılabilecek yeni oyuncuların kişisel yeteneklerini, fiziksel kabiliyetlerini sahne üzerinde göstermelerine alan açtı…
Ev sahibi tutucu dindar burjuva rolünde “tarikat şeyhi”ni oynayan ve ilk kez izlediğim Aytunç Şabanlı’nın performansına hayran kaldım…
Tartüf rolündeki Kurtuluş Altaylı’nın da ondan geri kalmayan enerjik bir oyun üslubu var…
Bunlar; tiyatromuzda parlak geleceği olan oyuncular…
Onlardan daha kıdemli bir oyuncu olan Osman Ateş ise sahnede “ikinci bahar”ını yaşar gibiydi…
Yani; oyunculuğu daha olgun, daha oturmuş ama bir o kadar da “zıpkın”lığıyla, sahnede tozu dumana katan temposuyla müthişti…
Tabii; oyunun bir de “süper gücü” sayılan, bir “oda orkestrası” harmonisi içinde oyuna sürükleyici yüksek enerji pompalayan bir “üçlü” vardı…
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun “kıdemli” kadınları…
Özgür Oktay, Döndü Özata, Hatice Tezcan…
Yönetmen, onların ortak “gizilgücü”nü öylesine ustalıkla örgüledi ki, bu üçlü enerji, “gülsuyu” gibi damla damla oyunun içine aktı…
Oyunun “akıdesi”ni oluşturdu…
Öte yandan, Kıymet Karabiber ile Asu Demircioğlu da üstlendikleri dinamik rollerde “profesyonel”liğin “tadını” bolca seyirciye yaşattılar…
Zaten, bana göre oyunun en önemli özelliklerinden birisi, seyirciye hemen kendini hissettiren “profesyonellik” düzeyidir…
Bazı oyunlarda “müsamere” amatörlüğü sırıtır ya, “Tartüf24”te “yüksek standart”ı hemen duyumsuyorsunuz.
Bu oyunda, sahne üzerindeki toplam performansı yükselten, seyirciyi de içine çeken unsurların başında müzik ve dans geliyor…
Hüseyin Kırmızı ile Cahit Kutrafalı’nın yaptığı müzikler, oyuna ciddi bir canlılık ve renk kattı…
Işık ise bu “ses ve görüntü zenginliği”ni büyüleyici biçimde tamamlıyor…
Ya kostümler?
Tarikatçıların, din istismarcılarının, kendi kendine “ruhanilik” atfeden sakallı cahillerin, giderek yaygınlaşan “giyim tarzı” sahnede harika biçimde yansıtıldı…
Kıyafetlerin; fiziksel aksiyon ve oyuncuların sergilediği vücut diliyle, mimiklerle “uyum” içinde bir toplumsal “kesim”i sahneye taşıdığını görmek mümkün…
“Tartüf” oyununda bol kahkaha var ama “acılı” bir tadı var kahkahanın…
Bu “acılı tat”ı tatmayı, herkese öneriyorum.