Ey hamasetçiler… Türkiye sadece “para” demek değil…

Abone Ol

Bir gün gelecek; UBP’yi ve ortağını “Türkiye ile yeterince işbirliği yapmıyor” diye, Türkiye’nin olanaklarından yeterince yararlanmıyor diye suçlayacağımı asla düşünemezdim…
Ancak ne yazıktır ki; acı durum budur…
Ersin Tatar; “Anavatan dalkavukluğu” konsepti ile politikada yer etmeye çalıştı…
Kendinden önceki “şükrancı”ları fersah fersah gerilerde bıraktı…
Ankara’lara, İstanbul’lara, Anadolu ilçelerine gide gele yol çıkardı…
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na “Benim Cumhurbaşkanım” derken, kendi devletinin Cumhurbaşkanına “Nerde be o Akıncı?” diye hitap etti…
Bütün bunların Ankara’da bir “karşılığı” olduğunu sandı…
Dörtlü koalisyon hükümeti döneminde; Meclis kürsüsünde aslanlar gibi kükreyerek “Hani Ankara’dan daha para gelmedi” diye bağırdığında sesini Mısır'daki Sağır Sultan bile duymaktaydı.
Bazı çevrelerde gerçekten bir “algı” yaratmayı başarmıştı…
Buna, öncelikle kendisi de inanmıştı…
Ankara ve İstanbul seferlerinden sonra hep “rakam”larla konuşuyor, Türkiye’den gelecek paralardan söz ediyordu…
Milyonlarca Türk lirası, gürül gürül akacak, KKTC “marka” olacak ve fert başına düşen milli gelirde dünyayı sallayacaktık…
En olumsuz koşullarda bile gerçekçi olmak yerine, hayalcilikle “algı” oluşturmada harikalar yaratıyordu…
Belli ki; reklamcılara, PR’cılara, hayalci kuramcılara, algı sihirbazlarına çok para kaptırıyordu…
Sonra ne oldu?
Televizyonlarda “Türkiye’den neden para gelmiyor?” diyen programcılara kem küm etmeye, hiçbir rakam vermemeye başladı.
Maliye Bakanı’nın; “3.5 milyar liraya ihtiyacımız var” diyerek yazdığı mektubu Ankara’ya göndermekten bile çekindi…
Hepsinden önemlisi; “TC Cumhurbaşkanı ile 2 kez konuştum” dediğinde ve arkasından hiçbir gelişme yaşanmadığında, bunun ne anlama geldiğini doğru okuyamadı.
Yine “Sayın Fuat Oktay ile sürekli görüşürüm” dediğinde ve hiçbir sonuç alınmadığında, bir siyasetçi olarak ne duruma düşeceğini de doğru okuyamadı…
Sonunda olan oldu, torba doldu… Ortaya çıktı ki, “hamaset” hiçbir konuda çözüm üretemez…
Türkiye ile ilişkilerimiz; nutuklarla, dalkavuklukla, ahbap çavuş ilişkileri içinde yürütülemez…
Birbirlerini tanıyan iki “devlet” özellikle bu Corona sürecinde çok daha fazlasını başarabilmeliydi…
Bu satırların yazarı; “Türkiye para versin de hiç ardına önüne bakmasın” diyenlerden olmadı hiçbir zaman…
Siyasetçileri de “Türkiye’den para koparma marifeti olanlar” ve “olmayanlar” diye de ayırmadı…
Ama Türkiye ile ilişkilerde hep “karşılıklı saygı”yı savundu, işbirliğini savundu…
Sözünü ettiğim “işbirliği”nin elbette buraya düzenli para gönderilmesinin çok ötesinde bir içeriği vardır…
Özellikle Corona sürecinde; TC ile “sağlık” alanında çok etkili bir “dayanışma” içine girilebilirdi…
Türkiye ile bir “sağlık köprüsü” bile kurulabilirdi…
Hepimiz biliyoruz ki; kriz başladığında testler için yeterli KİT’lerimiz yoktu, KİT’ler geldi bu defa numune toplayacak elemanımız yoktu…
Yeni Erenköy Belediyesi “Bize koruyucu malzeme verilmedi” diye çığlık attığında, “devlet”in elini uzatacak takadı bile yoktu…
Peki, bu Türkiye “aşıkları” TC ile neden “etkili” bir iletişim kuramadılar?
Buradaki Büyükelçi, neden bu kriz süresince ortadan kayboldu?
Neden, birkaç helikopter ayarlanarak, Türkiye ile düzenli bir “ulaşım ağı” kurulabilecek iken, bir küçücük “özel” uçacığa mahkum olundu…
Neden, Yeşilköy havaalanında kurulan Pandemi hastanesine ilişkin bizimkilerin bir “B Planı” yok…
Neden Türkiye’de 10 Euro’ya test KİT’i varken, oradan bunlar satın alınmıyor da, 100 Euro’luk Amerikan malı KİT’ler kullanılıyor?
Neden Türkiye ile teknoloji, tedavi, araç gereç konularında somut bir “işbirliği planı” hazırlanmıyor?
Neden, burada inşa edilecek hastane konusunda hâlâ Türkiye’den tıs çıkmıyor?
Neden, bizim bu “hamasetçi” siyasetçilerimiz bu konularda çaba harcamıyor?
Türkiye ile “ilişki” sadece “para sağlamak” becerisine indirgenirse işte böyle olur…
Karşınızdaki de, performansınız kadar size değer ve öncelik verir…
Oysa; Türkiye, pandemi konusunda, özellikle tedavide ve sağlık kapasitesi kullanımında önemli başarılar elde etmiş bir ülkedir…
“Kendi kendine yetmeyi” de başarabilmiş, 50’ye yakın ülkeye de sağlık malzemesi hibe etmiştir…
Bütün bunlar; Kıbrıslı Türklerin, demokratik bir “aygıt” tarafından yönetilmesini umursamayanlar tarafından bir anlam taşımayabilir…
Ancak; “devlet”i kutsallaştıran ve bundan siyaset sayesinde nemalananlar, bu devletçiği ne yazıktır ki “maskara”ya çevirdiler…
Hükümetin iki ortağı da; bu süreçte “sağlığın, gidilecek yol haritasını çizmesini” değil, parti siyasetinin popülizmini tercih ettikleri için ne yazıktır ki çuvalladılar…
Ama kaybeden; ne yazıktır ki Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu oldu…
Kamu çalışanlarının maaşlarından yapılan ve yüzde 65’lere varan kesintiler, kepengini açamayan özel sektör işletmelerinin zararları, iki ay içinde TL’nin enflasyonundan doğan ciddi pahalılık, hepsi ama hepsi çok daha iyi bir “kriz yönetimi” ile atlatılabilirdi…
Ancak, Hükümet kriz yönetmeyi değil, olağanüstü koşulları fırsat bilerek, hukuku gasp etmeyi ve olağanüstü yetkiler kullanarak milyonlarca liralık ihalesiz işler yapmayı tercih etti…
Sonuç; kendi halkını ezdi geçti, ama Türkiye’ye de yaranamadı…