“Genç mücahit” da ne demek oluyor?

Abone Ol

Geçitkale’den oraya yolcu taşıyan köy otobüsünün camları yoktu. Yeşil muşamba kaplı pencerelerinden içeriye dolan sert rüzgârın uğultusu yıllarca kulaklarımdan gitmedi…
Özellikle sert kış günlerinde; pencerelerden giren soğuktan korunmak için, koltukta oturamaz, yere çökerdik…
Üçüncü sınıfı okumak için Lefkoşa’ya geldim…
“Şehere” yolculuk yapmak o yıllarda hiç de kolay değildi…
Mağusa Kapısı’ndan Türk tarafına giriş yapılırdı…
Burada, uzun araç kuyrukları oluşurdu… Rum polisi özellikle otobüsleri didik didik arardı…
O yıl, “Bayraktar B Ortaokulu” yeni açılmıştı…
Oraya kaydımı yaptırdım ve öğrenci yurduna yerleştim…
Henüz bir aylık “yatılı” bir öğrenci iken, bir akşam yurda bazı adamlar geldi…
“Ülkeniz bunca zorluklar içindeyken, siz burada sefa sürüyorsunuz. Hepinizi mücahit yapacağız” dediler…
Korktuk… Ailelerimizi durumdan haberdar edelim, dedik…
Yurtta bulunan köylü öğrencilerin bir bölümü Larnaka’ya, Mağusa’ya, Baf’a, Limasol’a döndü…
Kendi bölgelerinde “mücahit” olmak daha cazip gelmişti… Koşullar, bir öğrenci için daha olumluydu…
Lefkoşa’da kalan birçok ortaokul ve lise öğrencisi, böylece “silah altına” alınmıştı…
Ertesi gün, bizi Surlariçi’nde iki katlı bir taş binanın önüne çağırdılar…
Bir “mücahit komutanı” üst kattan, küçük bir pencereden bize seslendi. İsimlerimizi teker teker okudu ve bizleri çeşitli askeri birliklere dağıttılar…
Ben şanslıydım…
Surlariçi’ndeki sarı taştan “Bayraktar Kışlası”na gönderildim. Orada bulunan “66. Bölük”te mücahitlik yapacaktım…
Sınıf arkadaşlarım içinde, Dağ’a, Boğaz’a, Hamitköy’e gönderilenler vardı…
Boyum oldukça kısaydı… Cılız bir ortaokul öğrencisiydim…
“Bayraktar Kışlası”nda, tahta merdivenleri çıkarak, Komutan’ın odasına götürülürken, dizlerim tir tir titriyordu…
Komutan oldukça uzun boylu, görkemli biriydi…
Benim gibi kısa boylu, tıknaz bir “mücahit adayı” ile birlikte karşına çıkarıldık…
Adam bizi görünce, afalladı… Bize garip garip baktı…
“Nedir be ama bunlar, anaokulu mu açacağız?” dedi…
Adam haklıydı…
İkimizin de boyu, bir piyade tüfeği kadar bile değildi…
Komutan belki bizi beğenmez, salıverir diye umutlandık…
Ama olmadı…
Üniformayı giyerken, görevli Mücahit Çavuş şöyle seslendi:
“Bu akşam 12’den 2’ye Mutallip’in Fırını arkasında nöbettesiniz…”
Ne silah biliyoruz, ne bölgeyi tanıyoruz…
Geceleyin, bir “onbaşı” eşliğinde, karanlıklar içinde, hurda araçların arasından geçip, taştan bir “mevzi”ye ulaşıyoruz…
Karşıda yolun öteki tarafında Rum mevzisi…
Mazgaldan bakıyorum…
Mesafe 5-6 metre ya var, ya yok…
Elim ayağım titriyor… Hem soğuktan hem korkudan…
Elime bir “Tomson” silahı veriyor onbaşı… Bu namlu, bu mermisi, bu dipçiği, bu tetiği diye de ekliyor…
“Çok kolaymış” diye geçiriyorum aklımdan… Aldığım ilk askeri eğitim 3 dakika sürüyor…
Silahı, tam iki saat hiç kıpırdamadan, mazgalın içinden Rum mevzisine doğru tutuyorum…
Sanki karşıdan, Rum mevzisinden aniden biri çıkacak, mazgaldan elini içeriye sokacak, elimdeki silahı alacak diye tir tir titriyorum…
İki saat, bir türlü geçmek bilmiyor… İki yıl gibi geliyor bana…
O akşam giydiğim “mücahit üniforması”nı tam 4 yıl 3 ay üzerimde taşıdım…
Liseye giderken, sabah okul üniforması ile “öğrenci” akşam ise askeri üniforma ile “mücahit” idim…
“Mücahitlik” aslında, savaş literatürüne göre bir milis gücüydü… 1976’ya kadar sürdü…
Sonra, GKK kuruldu, askerlik yasası yapıldı ve “mücahit”lik defteri kapandı…
Tabii; sözünü ettiğim dönemde “mücahit” olanlar, daha sonraki yıllarda çeşitli dernekler kurdular…
Bu derneklere resmi makamlar tarafından birçok “ayrıcalıklar” tanındı…
Ganimet binalar verildi… Bu dernekler bu binaları özel kişilere kiralayarak sürekli gelir elde ettiler…
“Mücahit” sözcüğü üzerinden nemalanmak siyasette hüner sayıldı…
Bir de, “mücahit” olmakla, TMT mensubu olmak birbirine karıştırıldı…
TMT; 20 Aralık 1963’te varlığı sonlandırılmış (görünürde bile olsa) bir yeraltı örgütüydü…
Şimdilerde TMT’cilerle mücahitleri aynı çatı altında toplayan bir dernekleri var…
Benim neslim; TMT’de hiç yer almadı… Ama hemen hepimiz yüksek öğrenim öncesi “mücahitlik” yaptık…
Geçenlerde “Genç Mücahitler Derneği” diye bir örgütün varlığından haberdar olduk…
Onlara da “mekan” sağlanmış, örgütlenmişler…
Başkanı, eski bir mücahit komutanına saygısızlık yapmış…
Sayın Tatar, anında konunun üzerine atladı tabii…
Komutanlar da devreye girdi, çocuk mücahit, mücahit komutanından özür diledi ve konu kapandı…
Kimse; asıl tehlikeye dikkat çekmedi tabii…
Ne demek Genç Mücahitler Derneği?
“Mücahit” sözcüğünü kullanmak bu kadar “ucuz” mu?
Toplumun mücadelesine asıl “saygısızlık” bu değil mi?
Dikkat ederseniz bu “istismar”ı, en başta Sayın Tatar yapmaktadır… Yemin törenlerinde askerlere “mücahit” demektedir…
Kavramları birbirine karıştırmakta, mücahitliğin toplumdaki izdüşümünden nemalanmaya çalışmaktadır…
Bu; en basit deyimiyle tarihimize büyük bir saygısızlıktır…