“Yazmak en güzel eylem olmalı… Yazarken yeniden düşünmek ve düşündürmek… Hatırlamak, hatırlatmak ve böylece çoğalmak… Yazan mı şanslı yoksa okuyan mı? Tıpkı giden ve kalan gibi… Sen mi geldin demeli mi şair yoksa zaman daralınca saklanıyor mu dizeler? Uzaklar nasıl yakın oluyorsa, yazmak mesafeleri kısaltmaktır… Doğumdan başlayan yolculuğu anlamlı kılan eylemlerimiz ve zamana yenilmeyen yazılarımızdır. Kitabı okurken, fısıldayan imgeler, zamana tanıklık ediyor, yolculukları anlamlı kılıyor, şehirlerin ruhunu hissetmemizi sağlıyor. Mustafa’nın bu ilk adımını anlamlı buluyorum. Düşünüyor, düşündürüyor… Hele ki bir üst dil olan ‘şiirle’ bunu yapıyor olması, bir diğer adımın daha güçlü bir şekilde geleceğini ‘fısıldıyor’ bize.”
İSTANBUL
I Belki yağmur yağmıyor bu mevsimde buralara, İstanbul’a! Gel gelelim yokluğun yağıyor Tuttuğum ellerin, gözlerin Büyüttü yalnızlıkları Şimdilerde en yakın dostum oldu Sensiz geçen her gecede İstanbul bir kez daha ıslandı Senin söylemediklerini fısıldadı...
II Bacalarımızda tüten dumanla ısınmıyorduk; İçin için yanıyorduk aslında Şairane sarhoşluk bir nebze tutuyordu elimizden, Baharı ancak öyle hissediyorduk!
III Açmışsan gözünü yeni bir İstanbul sabahına, “miş’li geçmiş çökmüşse üstüne Bu sabah ufak bir eski tebessümün altında yatan, O hayal kırıklıklarını dahi Bırakmışsan baş ucuna, Umutla bakmaktan uzak bir yerdesin çocuk.
IV Sayfalar yerine, Kalemin ucu değişmişse Yine aynıyı yazıp oynarsın Alışılmış, bir okadar da eskitilmiş gözlerle.
V Korkmak gerekmez geçmişten her zaman Yapılması gereken tek bir şey vardır Hatıraları uyandırmamak için Parmak ucunda yürümek.
VI Aklımda benden olmayan düşünce balonu, Mutlu muyum? Toprağa, suya, vitamine Falana filana bağımlı Sorgulamayı bıraktım ‘Özgür’ bir hıyar filiziyim. Burnumun nezlesi hapşırıyorum. Çok yaşa!
VII Mühürleniyor alnıma çizgiler, İlk kez İstanbul lodosu bu kadar sert vuruyor, Limanıma… Yalnızlık işlerken tüm benliğime, Oturuyorum iki odalı soğuk evimde. Uyku girmiyor gözüme, Kabuslardan kaçarcasına dikiliyorum Ayakta Bütün gece… Bir sonuca varıyorum... Silemiyorsunuz yalan tebessümlerinizi. Hep bir kırgınlık, hep bir kavga, İçten içe… Dört duvar bile dayanmaz oldu, Bu şehir öğretiyor Yaptığım hatalar unutulmaz oluyor. Küfrediyorum kendime tepeden tırnağa. Kış güneşi gibi topluyorum iyileri Ve kötüleri derime, Sessiz çığlıklar atıyorum taa derinlere...
VIII İstanbul… Yeterince kalabalık, yalnız şehir. Değiştiriyor insanları Gözünü kapatsan aklına gelen kim? Bazen ağlatan bir şiir; Bunu kim bilebilir! Önünde açılmaya hazır kartlar, Gitgide ağırlaşıyor Bu şehir çekilmez geliyorsa artık çocuk, Ne tutabilir seni Anlamsız gelen manzaralar Herkesle gül ama kimseye güvenme diyen adamlar, Kaç kurtul dercesine bağırıyor sokaklar, Beyin git diyor da dinlemiyor ayaklar
IX İstanbul’un lodosu Vurdu yüzüme kahkahayla karışık Kaçamadım köprülerinden, Sessiz bir Abbasağa sabahına uyandım. Aklım “sen” diyor içten içe, Bedenim bu kez firarda. Bütün ağaçlar ‘sen’ tütüyor Buna rağmen; Gökyüzü ağlamakta. Kırılan bir cam edasıyla, Taşikardi çöküyor anılarıma Küfürler ediyorum. Keşkelerden ibaret olmasaydık “Biz” ‘Sen’ keşke gitmeseydin.
ARSLONGA Eserken güz yelleri ‘gülistanlık’ ülkemde, Soruyorum yaşayan ölüler, insanlığınız nerede? ‘Arslonga’ dedikçe tıktınız kelimelerimizi saklı dizelere, Bize ‘boş ver’ demek düşer ağlarken de, gülerken de. Bütün suretler başrolü kaparken cahillik perdesinde, Harfler bile bazen anlamsız kalıyor Yıkanmış beyinlerinizin gölgesinde, Arıyorum ama bulamıyorum Bizim sanatımız bu oyunun neresinde?
XİBALBA
Odam sessiz, penceresi karanlık, Bir keman sesi duyar gibiyim; Bağırıyor usul usul Alıp götürüyor çok uzaklara; Belki bir annenin kucağına, Belki de sevgili dudağına. Yırtıyor gecenin sessizliğini, İrkiliyorum. Büyülenmiş bir adam misali. Bir şeyler anlatmaya çalışıyor, Anlıyorum. Tebessüm tutuyor elimden, bırakmıyorum Durdurmak istiyorum zamanı, Akıp gidiyor alçalan müziğin yanında, Bütün benliğimle bağırıyorum: ‘Gitme!’ Kıvranıyorum Son perde de bitiyor, Dört mevsim yerleşiyor koynuma, uyanıyorum.
ADA
I
Güneş misali hiç sıkılmadım parlamaktan, Kapılarımı ardına kadar açtım. Dikenlerim yüzünden katlanamadılar Başkasının ilkbaharında yeşerdi bu şehir! Her bıçak darbesi vurunca sırta, Savurunca saçlarını benden olabildiğine uzağa, Ne ağlayabildim ne de güldüm. El sallayan bir çocuk oldum. Öptüm her bir taşını yaralarından...
II
Şiddetli bir kar fırtınasıysa, Gecenin sessizliğini bozan. Ve Orta yaşlı bir annenin şefkatiyse Bu buz gibi evi ısıtan. Görmediğin onca yer varken, Kurak bir ADA’ysa sürekli seni çağıran. Özlem çığlıklarını içine at, Ada’nın yeşili dışında her şey yalan.
III
Bulutların arasından kaçarcasına, Yüzümüze vuran güneş Isıtıyor mesnetsiz bedenleri. Sarılmak istercesine bakan gözler, Hüzün bulutlarını def ediyor an be an. Dalgaların yarattığı okyanus hissi, Barışı bekleyen bedenleri bir nebze dizginliyor. Bir kuş tüyü kadar özgür olmak geliyor akıllara. Dağların arkasından ağıtlar, Fısıldıyor çocukluğumuzun masumane yaratılışına. Eli öpülesi bir geçmiş, nereye gitsem oraya geliyor, Benimle, bizimle. Geleceğe umutla bakmak için, Bir ceylanın kaçışı gibi kaçmak gerekiyor bazen; Tüm gerçeklerden. Yarattığımız anlamlı dünyamızda, Bir nefes daha almak için, Var gücümüzle gülümsüyoruz. Ettiğimiz küfürleri bir bir Dolap arkalarına saklıyoruz, Kimse nerden geldiğimizi bilmesin diye.
IV Ara sıra varolmuş gibi yapıyoruz, Ara sıra da hiç yaşamamış gibi bulutları örtüyoruz üzerimize. Parlayan her sokak lambasını evimiz yapıyor, Gördüğümüz her ağaca sımsıkı sarılıyoruz, Belki de aşkı arıyoruz şuursuzca.
V Bulutların ardındaki gökkuşağının sakil duruşunda, Çocukluğumla büyüttüğüm sükun, Pastel renkli hayatıma küsmekte, Derin bir nefes, devam.
VI Bedenim harlı, Çiseliyor avuçlarım. Telkinler peşi sıra, Nabzım dört nala Saat sabah beş olmuş.
VII Belli belirsiz ‘O’nun kokusu, Çiçekleri, filmleri, sevdiğim şarkıları Kaybetme korkusu. Derin bir nefes, devam.
VIII Çoktan seçmeli geleceğim, Kerelerce çalan ritim ve sen. Kapalı kapıların ardında, Baltalanmış hayallerim…
IX Esamesi okunmadı kitabımın… Sakallarımın çocuksu kokusu tütünce, Günlerce çağırdım eskiyi. Kelimelerin semeresi sonuçsuz, ‘Neden’ diye sorma. Belleğim bulanık yerli yersiz, Öylesine siyah Korku seansları bitmek bilmiyor
X Zamanın saçları kadar bakımsız, Soluk yeşil ilkbaharım. Hayata arkasından umutla baktığım, Pahalı ama bir o kadar da pis bir gözlüğüm, Her tınıda bulanıklaşan suretim! Hafızamda kendime sakladığım fotoğraflar Numaralar, adresler… Üstü çıplak kadın omzunda, Okuduğum romanım. Değiştiğimi fark ettiğim, Kırık aynalarım. Nemli bir bodrum katının, kararmış duvarları İçilmemiş her sigaranın, Harmanlanmış tütünüyüm. Terli avuç içimde sakladığım boş sayfalar Bozuk paralar geleceğim…
Mustafa Zaimağaoğlu kimdir?
20 Temmuz 1994’te Gazimağusa’da doğdu. Lise eğitimini Gazimağusa Türk Maarif Kolejinde tamamladıktan sonra, İstanbul’da Bahçeşehir Üniversitesinde Biyomedikal Mühendisliği eğitimi aldı ve AB Bursu kazanarak Glasgow Üniversitesinde Biyomedikal Mühendisliği alanında yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı. Evli ve bir erkek çocuk babasıdır.