Hiçbir Cumhurbaşkanı, hiçbir Cumhurbaşkanı’na…

Abone Ol

Adam; koskoca bir Cumhurbaşkanı… Devlet Başkanı… Başkan…
Haddini aşmaktan zerre kadar çekinmiyor…
Nezaketi yerlerde sürünüyor…
Ağzını açtı mı; tehdidin, aşağılamanın, hakaretin bini beş para…
Aba altından sopa göstermekten acımasızca keyif alıyor…
Büyük bir efelenme, büyüklenme kompleksine yenik düşmüş…
Etik nedir, nezaket nedir, ahlak nedir, hepsini bir çırpıda es geçiyor…
“Karşılıklı saygı” denilen erdemi, ayaklarının altında pas pas yapıyor…
Yüzü zerre kadar kızarmadan “Ben sana gösteririm” kabilinden pohporozluk taslamayı pek seviyor…
Sanki tüm dünyayı ayaklarının altına sermişler ve “Buyur ya Başkanım” demişler…
Üst perdeden, böbürlenerek, yukarılardan konuşuyor:
“Seçimini iyi yap” diye muhatabına adeta emir veriyor…
“Benim aklıma uy… Sınırlarımı zorlama, iyi şeyler olmazsa, bir “şeytan” olarak görüneceksin, diyerek” kendisi gibi bir başka ülkenin Cumhurbaşkanı’na kabaca ve edepsizce dil uzatıyor…
Hem de kocaman acayip imzası ile mektup göndererek…
Hiç çekinmeden “Stratejik ortak” dediği ülkenin Cumhurbaşkanı’na: “Binlerce insanın parçalanmasından sorumlu olmak istemezsin... Ben de Türk ekonomisini batırmak istemem, ama yapacağım” diyebiliyor…
Yani; Suriye’ye girersen, ben de senin ekonomini batırırım, mahvederim demek istiyor…
O kadar ileriye gidiyor ki; “Bunun küçük bir örneğini Rahip Brunson olayında sana göstermiştim” diyerek hatırlatma da yapıyor…
Aslında; mektuptan önce, Rahip Brunson olayını, ikide bir “Erdoğan’a vurduğu tokat” olarak kendi seçmenine göstermekten de geri kalmıyordu.
Basın toplantılarında, parti kongrelerinde Türkiye’de hapsedilen Papaz Brunson’u nasıl “serbest bıraktırdığını ve Erdoğan’ın elinden çekip aldığını” derhal ABD’ye aide edildiğini ballandıra ballandıra anlatıyordu…
Ağzını büke büke; Erdoğan karşısında onu dize getirmiş, “zafer kazanmış bir komutan” edasıyla şöyle diyordu:
“Papazı vermiyorlardı. Sonra çabucak teslim ettiler. Çünkü paraları rekor düzeyde düştü, değer kaybetti ve daha birçok şey başlarına geldi.”
ABD Cumhurbaşkanı Trump’ın TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği Suriye’ye yönelik operasyona ilişkin mektuptaki en can alıcı satırlar ise şöyleydi:
“Eğer bunu insani ve doğru bir şekilde yaparsan tarih seni iyi anacaktır. Eğer iyi şeyler olmazsa sonsuza kadar bir şeytan olarak görüleceksin. Sert adamı oynama! Ahmak olma!”
Bütün bu etik dışı ifadeler yetmezmiş gibi, bir Cumhurbaşkanı, çeyrek yüzyıldır aynı askeri kampta bulunan “müttefikinin” Cumhurbaşkanı’na “Seni sonra arayacağım” diyerek dalgasını da geçmekten geri kalmıyor…
Tabii tüm bunlar, Suriye operasyonundan önce oluyor…
Türkiye harekâtı başlatınca da, “üslup” daha da sertleşiyor… Bu kez mektup yerine “tweet”lerle Türkiye Cumhurbaşkanı’nı aşağılamayı sürdürüyor…
“Ona olacakları söyledim. Orada 50 askerimiz var. Başlarına kötü bir şey gelmesini istemiyorum.
Bunlara zarar verme dedim. Zarar görürlerse büyük sorun olur. Giderek küçülen bir ekonominin acısını çekebilir.”
Hep tehdit, hep aşağılama, hep ilkokul çocuğunu azarlar tarzda konuşmalar…
Operasyonu “durdurma” aşamasına gelindiğinde ise aynı Trump, TC ile ve onun Cumhurbaşkanı ile “dalga geçmeyi” acı bir keyfe dönüştürdü.
“Kendilerine çok paralar verdik” demekten çekinmediği terör örgütleri ile Türkiye’yi “eşit düzeyde” değerlendirirken “büyüklük kompleksi” içinde şöyle diyordu:
“Yaptığım sıra dışıydı. Onları bir süre bıraktım. Savaşmalarına izin verdim. Okul sahasında kavga eden iki çocuk gibi… Hani kavga ederler de onları ayırırsınız. Birkaç gün savaştılar. Oraya gittik ve dur dedik.”
Üstüne üstlük Türkiye ile karşısındaki terör örgütlerini aynı potada “yaramaz çocuklar”a benzeterek “Onların çocuk gibi kavga etmeye ihtiyaçları var” ifadesini de kullandı.
Suriye’ye yönelik “operasyon” nedeniyle; ABD Cumhurbaşkanı’nın TC Cumhurbaşkanı’na yaptığı her hakaret, elbette tüm Türkiye’ye yapılmış sayılır…
Dünyada hiçbir Cumhurbaşkanı, bir başka ülkenin Cumhurbaşkanı’na ve temsil ettiği halka, asla bu biçimde hitap edemez…
TC Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ise Trump’ın nezaketsizliği karşısında gösterdiği “metanet” dikkat çekicidir.
Açıklamasında şu sözlere takılıp kaldım…
“Başkan Trump’ın siyasi ve diplomatik nezaketle bağdaşmayan mektubu medyada yer aldı. Elbette bizler bunu unutmadık. Unutmamız doğru değil. Ama bizim karşılıklı olan sevgi saygımız da bunları sürekli gündemde tutmaya müsaade etmiyor. Bu konuyu bugünkü meselemiz ve önceliğimiz olarak da görmüyoruz. Vakti saati geldiğinde bu konu ile ilgili olarak gerekenin yapılacağının da bilinmesini istiyoruz.”
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’ın sert ve kaba üslubuna ve hakaretlerine karşı “karşılıklı sevgi ve saygı” hatırına bu konuyu “ötelemesi” ciddi bir tavırdır.
Demek ki neymiş?
Hiçbir Cumhurbaşkanı, bir başka ülkenin Cumhurbaşkanı’nı aşağılama hakkına, tehdit etme hakkına, küçümseme hakkına sahip değildir.
Ülkeler arası ilişkilerde “Karşılıklı saygı” esastır.
Sayın TC Cumhurbaşkanı; bu hakaretler karşısında itidalli olmayı yeğlediği için ona “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma” diyecek halimiz olmasa da, bu yaşananların içinde ciddi dersler olduğunu görebilmeliyiz.