Hizbullah’ın sesi TBMM’nde yankılanırken…

Abone Ol

Orada pişer, bize de düşer…
Türkiye ile bu kadar “sarmaş dolaş” olunca, başka bir şey yazamıyorsun…
Seçimleri es geçemiyorsun…
Yeni, uyduruk bir terimle “kardeşlik hukuku” diyorlar ya…
Göbek bağına düğüm atılmış gibi bağlanmışsın oralara…
Kendi geleceğinin, oradaki seçimlerle doğrudan ilişkisi var…
Bunu cebine kadar, iliklerine kadar duyumsuyorsun…
“Döviz ne zaman patlayacak?” diye ödün kopuyor…
Kazandığın her kuruş, Ankara’nın insiyatifinde…
Eriye eriye geleceğe yürüyorsun…
Paran eriyor, hayallerin eriyor, varlığın eriyor…
Oysa Türkiye’de “demokrasi” gailesi olmayan milyonlarca insan senin gibi düşünmüyor…
“Otoriter”liği seviyor…
Parti ile devletin iç içe olmasını seviyor…
“Hukuk” diye bir derdi yok milyonların…
“Basın özgürlüğü” ile yaşamayı dert edinmiyor…
Hatta pazarda “filesini” dolduramasa da, “bayrak inmez, ezan susmaz” diyerek rahatlıyor…
Televizyon dizilerinde kılıç sallayan Osmanlı’yı, camilerde Arap sevdasıyla haykıran imamları hayranlıkla izliyor…
Böylesi bir “toplum” yaratmak, hiç de kolay olmadı tabii…
“Milli görüş” cemaati başlangıçta çok zorluklar yaşadı…
Ancak Erbakan’dan sonra gelen “takiyeciler” sayesinde “din” ile siyaset kaynaştı…
20 yıl içinde, Türkiye toplumu tam bir “dönüşüm” geçirdi…
Bunun sonucu olarak da gelecek pazartesinden itibaren, eli kanlı “Hizbullah”ın TBMM’nde “sesi” yankılanacak…
“Ümmete dayalı İslamcılıkla kolkola girmiş “milliyetçilik” mi, yoksa CHP’deki altı oktan biri olan Kemalist milliyetçilik mi tartışmaları yoğunlaşacak…
MHP milliyetçiliği ile İyi Parti ve CHP milliyetçiliği yarışacak…
Televizyonlarda “besmele”li, namazlı, oruçlu, camili, imamlı diziler çoğalacak…
Türkiye Ortadoğu’daki yeni “konum”una yerleşecek…
Arapçılık ve Osmanlıcılık’la “beka”sını şekillendirecek…
Sayın Erdoğan 2. tur seçimleri kazanırsa, tüm bunların katmerlisi yaşanacak tabii…
Peki; gelecek Pazar günü Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması, bu gidişi tersine çevirebilir mi?
Öncelikle şu saptamayı yapalım:
Kılıçdaroğlu’nun 2. tur seçimi kazanması elbette mümkün…
Özellikle “sandık güvenliği” konusunda CHP’nin çuvalladığı, AKP’nin organize gücü karşısında zafiyet içinde olduğu anlaşıldığına göre bunun önlemleri alınabilir…
Kısacası; Kılıçdaroğlu, 2. tur seçimi kazanabilir.
Ancak bu bir “Pirus zaferi” gibi olacak…
Tarentum Kralı Pirus’un Roma zaferi gibi anlamsız…
Sebebi de şu:
“Altılı Masa”nın en büyük iddiası neydi?
“Cumhurbaşkanı+Hükümet” sistemine son vermek…
“Güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçmek…
Şimdilik bunlar hayal oldu…
Anayasa’yı değiştirmek, güçler ayrılığını yeniden düzenlemek, partili Cumhurbaşkanı’ndan kurtulmak gibi hayaller de öyle…
Kılıçdaroğlu pazar günü sandıktan zaferle çıkarsa Türkiye, halkın seçtiği CHP’li “Başkan”la, AKP-MHP çoğunluğundaki parlamentonun “çatışmasına” sahne olacak…
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın kullandığı otoriter “yetkileri” kullanmaya kalktığında ise hem kendi cephesinden hem de AKP ile MHP’den saldırıya uğrayacak…
Ancak tüm bu olumsuzluklara karşın Kılıçdaroğlu’nun, 2. turu kazanmasının, Türkiye’ye kısmi bir rahatlama getireceğini söylemek mümkün…
İçeride, Erdoğan’ın Türk siyasetine armağan ettiği “etkisiz ve denetlemeyen parlamento” tartışmaları siyasal gerginliği artıracak…
Buna kuşku yok…
Ancak Türkiye; dünya ile, ABD ve batı ile ilişkilerde bir miktar rahatlayacak…
Dış yardımlar, krediler, yatırımlar konularında Türkiye’ye daha olumlu bakılacak…
Belki dünya demokrasi indeksinde birkaç basamak yukarıya çıkacak…
Ama Türkiye’nin temel yapısal sorunları varlığını sürdürmeye devam edecek…
Bunların başında “devlet-parti bütünleşmesi” var…
Cumhurbaşkanı; bir partinin lideri…
Parti kongrelerine katılıyor, herşeye hükmediyor, tüm kararları o veriyor…
Halkın tümünü “kucaklamak” gibi bir derdi yok…
Hatta aşırı fanatik bir partili ağzıyla muhalefete saldırmakta hiçbir sakınca görmüyor…
Bu “tablo” sanırım Türkiye’nin son 21 yılda ödediği en büyük bedel…
Çok partili bir siyasal yapıdan, neredeyse tek partili bir yapıya dönüldü…
Partinin illerdeki yetkilileriyle, devletin Kaymakamı, Valisi iç içe…
Son seçimlerde “devlet-parti” bütünlüğü etkin biçimde sahadaydı…
Şehirlerde miting alanları AKP’ye birkaç kez tahsis edilirken, muhalefete bu tür imkânlar sağlanmadı…
Devletin resmi haber ajansı “AA” ise bir propaganda makinesi gibi kullanıldı…
TRT de öyle…
Seçimlerde, zerre kadar “demokratik hassasiyet” göremedik…
“Özgür iradenin sandığa yansıması” adeta abluka altındaydı…
Seçim ortamı içinde, mevkiler, makamlar dağıtıldı… “Rüşvet” sayılabilecek vaatler verildi, paralar dağıtıldı… Onbinlerce öğretmen atandı…
Açılış törenleri hiç hız kesmedi… İki seçim arasında bile CB Erdoğan açılışlara katıldı… Konuşmalar yaptı… Valiler, Kaymakamlar makam arabaları ile “devletin” imkânlarını kullanarak seçim kampanyalarına katıldılar…
Kendisi de aday olan Cumhurbaşkanı tarafından atanan yargıçlardan kurulu bir “Yüksek Seçim Kurulu” idare etti tüm seçimleri…
Uluslararası gözlemcilerin denetimine ve raporlamasına açık bir “seçim” olmadı maalesef…
Bu yüzden Kılıçdaroğlu da, Erdoğan da ancak Kral Pirus’un zaferi gibi bir galibiyet alabilir…
Ama Türkiye, demokrasiye daha yıllarca uzaktan bakmayı sürdürecek…