İkiniz de haklısınız…

Abone Ol

Enseyi karartmaya hiç de gerek yok…

Zil takıp oynamak da, “biz işimize bakalım” demek de, “haydi masaya” diye artistlik yapmak da gereksiz…

İnanın ki bir süre sonra kriz “soğuyacak” ve “masa” tekrar kurulacak…

Her iki taraf da, bu süre içinde boş oturmayacak ve “eteklerindeki taşları” dökecek…

Sonra, birileri “Mustafa, sen haklısın” diyecek ve ekleyecek:

“Aslında Nikos, sen da haklısın…”

Bir de bakacaklar ki; gerçekten her ikisinin de “haklı” olduğu birçok “nokta” var…

Ben; Anastasiades’le ilgili “mahalle politikacısı” tarzını hiç de onaylamadığımı aylardan beridir yazıyorum…

İki liderin “kalibre”lerini, entellektüel düzeylerini hiçbir zaman “aynı düzeyde” görmediğimi, bu köşenin sürekli okurları iyi bilirler…

Hele “Ben Enosis için, Atina’da kendimi yakarım” diyen Theoharus’un çiçeği burnunda vekilini “Meclis Başkanı” yaptıktan sonra; milliyetçi kesimlere karşı “eğimli” duruşundan adeta korkmuş ve bu günlerin adeta “habercisi” olan o populist politikaya dikkat çekmiştim…

Anastasiades; beni bu konuda yanıltmadı…

Korkularımı haklı çıkardı…

Tabii ki ben, CB Akıncı’ya “kriz yönetimi” konusunda güveniyorum…

Her iki taraf da; birbirlerine yönelik “kırıcı” ifadelerini, hangi noktalarda karşı tarafa tahammül ettiklerine ilişkin açıklamalarını, birbirlerinin beyinlerinin içeriğine yönelik iddialarını bir kenara koyarak, masaya oturacaklar…

Buna inanıyorum…

Oturacaklar da…Ancak masa; eski masa olmayacak…

Kırılıp dökülenleri toparlamak, belki de uzunca bir zaman alacak…

İşte bu “uzunca zaman” Rum tarafının “asıl istediği”ydi ve bütün “kesinti”ler de, aksamalar da, onların hanesine birer “kazanç” olarak yazıldı…

Mont Pelerin’de Anastasiades’in istediği “ara”yı…

Cenevre’de Koçias’ın istediği “ara”yı başka türlü yorumlamak mümkün mü?

Rum tarafında; her iki “ara” talebinin de Anastasiades-Çipras paslaşmasının “ürünü” olduğunu yazan, savunan insanlar var…

En azından bundan ciddi biçimde “kuşkulanan”lar ve apaçık biçimde seslendirenler var…

Beni de; Anastasiades ile Çipras’ın bu manevrada “dayanışma” içinde olmadıkları konusunda inandırmak pek de olası değil…

Ne hikmetse, bu “zaman” ve “takvim” fobisi Hristofyas’ta da vardı…

Annan Planı döneminde “referandumu ertelemek” için çok çaba harcamıştı…

Talat’la görüştüğü dönemde de en büyük hassasiyeti “zaman” üstüneydi ve en küçük bir “sınırlama”yı kabul etmiyordu…

İşte bu “tavırları” iyi okuyan CB Akıncı bu nedenle “doğal takvim” diye birşey icat etti ve 2016 yılı sonuna kadar yemeğin hiç olmazsa büyük bir kısmını “pişirmeye” çalıştı…

Bu süreç, 2017’ye sarkınca da, “doğal takvim” yerini “doğal hayal kırıklığına” bıraktı…

Bundan önce, zaten Anastasiades’in yarattığı iki ayrı “kriz” vardı…

Biri İstanbul, diğeri de New York…

Şunu da anımsatalım: İstanbul krizinde masadan kaçan Anastasiades’e “Haydi masaya” demiyenler, şimdi Akıncı’ya “haydi masaya” diyorlar…

AKEL bile, bizim Anastasiades sempatizanlarından daha akılcı davranıyor ve “Masaya dönmek için önkoşulların yaratılması çabası”ndan söz ediyor…

Yani; Sayın Akıncı’nın “taleplerini” ciddiye alıyor…

“İtirazlarını geri çek, söylediklerini unut, yeter ki masaya gel” demiyor…

Ancak şunu da teslim etmemiz gerekiyor ki; Rum tarafı, Meclis’teki “Enosis oylaması” kararından sonra, CB Akıncı’nın “tepkileri”ne şu ya da bu ölçüde “karşılık” verdi.

Anastasiades; ilk günkü reaksiyoner ve öfkeli çizgisini terk etti… Meclis kararının “yanlış” olduğunu, Akıncı’nın talep ettiği kıvamda halkı ile paylaştı…

DİSİ; önceleri sadece “zamansız” demekle yetinmişti. Parti Başkanı Averof, daha sonraları “yanlıştı” değerlendirmesini de açıklamalarına ilave etti.

Bu kadarla da kalmadı; durumu düzeltmek için Meclis’e yasa önerisi sundu. Bu öneri, şimdilik geciktirilse de, AKEL’in desteği ile Meclis’ten geçebilir ve krizin atlatılmasına katkı sağlayabilir.

Bu aşamada, CB Akıncı’nın öne sürdüğü “koşullar”ın bir bölümünün “yerine getirildiği”ni söylemek mümkün…

Hatta bu “kriz”den ciddi faydalar üretildiği de savunulabilir…

Bu süreçte; Rum eğitim sistemi, parlamentonun bu sisteme müdahalesi, “tarih” adı altında gençlere sunulan “ezber”in ne kadar çağdışı olduğu tartışıldı…

Türk tarafının “hassasiyetleri” konusunda daha saygılı davranmanın önemi ciddi biçimde algılandı.

Neo-Nazi küçücük bir faşist partinin (ELAM) bir Avrupa devletinde merkez partileri ile nasıl da “oyuncak” gibi oynadığı görüldü.

En azından Avrupa; üyesi bir devletçikte hangi hayali değerlerle politika yapıldığını öğrendi.

Ama hepsinden önemlisi; iki liderin “mekanik koşullar”da anlaşmasının hiç de yeterli olamayacağı anlaşıldı…

Rum gençler gene “enosis”le zehirlenecekse,  halk tabanı düzleminde “etnik hassasiyetler” hep kazınacaksa, iki lider yukarılarda “uzlaşsa” da, bunun hiçbir geçerliliği olmayacak…

Bu yüzdendir ki, CB Akıncı’nın gençleri gözeten “tepki”si, son derecede yerindeydi ve hiçbirşey olmamış gibi “Hadi otur da görüş” demenin haklı tarafı yoktur.

Anastasiades’in Pazar günkü açıklamaları ise henüz “pişirilmemiş” aşa su katmaktan başka bir işe yaramadı.