“İrade”nin gaspına uzaktan mı bakacağız?
Mayıs 2019’dan, Aralık 2020’ye kadar bu ülkede 7600 kişiye “yurttaşlık” verildi…
Anımsayacaksınız; “18 Ekim Darbesi”nde bir seçim yapılmıştı…
Bu seçimde Mustafa Akıncı 62 bin 858 oy alırken, Ersin Tatar 67 bin 385 oy almıştı.
Yani Tatar, ülke genelinde Akıncı’ya; ancak 4527 oy fark yapabilmişti.
Fark; yalnızca 4527 oy idi…
Oysa; 19 ayda yapılan “yeni yurttaş” sayısı 7600…
Bırakın Karpaz’dı, Mağusa’nın bazı bölgeleriydi tartışmalarını…
Yalnızca 200 bin “seçmen”in yaşadığı bir ülkede, ayda en az 400 kişinin “yurttaş” yapılması, “darbe”nin niteliğini yeterince açıklıyor…
Şimdi; sözümona yeni bir ortaklık kuruldu…
Ortaklardan biri; “memleketin en önemli meselesi yurttaşlıklardır” diyor…
Bu ne demektir?
Önümüzdeki 10 aylık dönemde, yani seçimlerin arifesinde, bu ülkenin “nüfusu” ile bir daha oynanacaktır demektir.
Bundan sonraki seçimlerde, bu “ekleme” nüfus, belirleyici olacaktır, demektir…
Koalisyonun “ayrılıkçı” partisinin derdi “yurttaşlık” dağıtmaktır, demektir…
Kimisine göre 8 bin, kimisine göre 20 bin yeni “vatandaşlık” dağıtılacaktır, demektir…
Sonra da “Haydi seçime gelin” denecek ve “Kıbrıslı Türklerin kendi iradeleri ile seçtiği” ifadeleri ağızlardan düşmeyecektir…
Ne iradesi?
Bu topraklarda artık; “Demokrasi”lerin temel göstergelerinden biri olan “seçim”in de değeri kalmamıştır…
Darbeciler; toplum seçiminin de, parti kurultay seçiminin de “canına” ot tıkamıştır…
İşte bu yüzdendir ki; şu andan itibaren, Kıbrıslı Türklerin yaşamsal önceliklerinin başına; “irade” oturtulmalıdır…
Kıbrıslı Türkler; 18 Ekim’de “irade”lerinin “seçim” adı altında “gasp”ının üzerine yatarak, herşey “normal”miş gibi davranamazlar…
Bütün dünyaya “kuru bir kalabalık” olarak sunulmalarını içlerine sindiremezler…
Kıbrıslı Türkleri bir “ümmet toplumu” olarak “dizayn” etmek isteyenlere payandalık yapanları uzaktan seyretmekle yetinemezler…
Bu nedenle bu topraklarda yaşayan, kendisini Kıbrıslı, Kıbrıslı Türk ya da Kıbrıs Türkü diye nitelendiren her bir kişinin “irade” üzerinde titremesi gerekmektedir…
Hele “toplumsal irade” herkesin ortak kaygısı, ortak değeri olmalıdır…
“İrade” yalnızca kendisini “solda “ifade edenlerin önceliği değildir…
Sağda, ortada, solda, solun ötesinde herkesin “irade”nin özgürlüğüne saygı göstermesi gerekmektedir…
Serbest iradesi, özgür iradesi, hür iradesi olmayan bir “toplum” ne yazıktır ki “güdülen” bir kuru kalabalıktan başka bir şey değildir…
Hani; “darbe” sonrasında, bol bol sözü edilen “egemen eşitlik” safsatası var ya…
Literatürde bulunmayan bu saçma tezi savunurken bile “irade” sözcüğünün sihirli gücüne muhtaçtırlar…
Dünyaya ne diyecekler?
“Bu toplum egemen eşitlik istiyor” dedikleri zaman, dünyaya sunacakları “toplum”un, irade sahibi, kendi seçimini ve tercihini yapabilecek kapasitede bir toplum olduğunu göstermek zorunda değiller mi?
Peki ortada böyle bir “görüntü” var mı?
Ortada serbestçe iradesini kullanmış, egemenliğini kanıtlamış, dünya demokrasisinde “marka” olmuş bir toplum bırakıldı mı?
Dünya 18 Ekim’de ve sonrasında, olanı biteni görmedi, duymadı mı sanıyorlar?
“Darbe”nin, toplumsal egemenliği “süpürüp” götürdüğünü, böylesi bir toplum adına “eşitlik” talep edilirken, iradeyi gasp edenlerin eşitliği değil “biat”ı dayattığını dünya görmüyor mu sanıyorlar?
“İrade”ye zerre kadar saygı duymayan bir “idare”nin, Kıbrıslı Türkler adına bu politikalara destek bulması asla mümkün değildir…
Bir de “self determinasyon” hakkı var ya; kimse size “gasp edilen irade” ortada dururken, ayrı bir halk olarak bakmaz, bakamaz ve aldığınız kararları, seçimler dahil; bir toplumun özgürce “irade beyanı” olarak saymaz…
Yani; nereden bakarsanız bakın, bu “halk”ın iradesine yapılan müdahale, Tatar-Çavuşoğlu ikilisinin pazarlamaya çalıştığı “iki devletli” dış politikanın da bir milim saygı görmemesi anlamını taşımaktadır…
Sadece bu kadarla kalsa neyse…
Toplumun “iradesi”nin ayarları ile oynayanlar, işi bir partinin üyelerinin “iradesinin” gaspına kadar taşıdılar…
Geçen hafta UBP vekili Sucuoğlu’nun açıklamaları, partisinin üyelerinin genel kuruldaki “irade beyanı”nın da “müdahaleci”ler tarafından bir anda “yok” sayıldığını göstermektedir…
“Darbeci”nin ifadesindeki tonlamaya bakın… Üsluba bakın: “Faiz Bey bizi kırmasın…”
Adamlar, “sen çekil” derken bile “irade”ye zerre kadar saygı duymuyorlar, bu küçük toplumun sözde demokrasisini, partilerini, parti üyelerini ezip geçebiliyorlar…
“Parti üyelerinin verdiği oyları boş ver” diyebiliyorlar…
Sucuoğlu da “O çekilirse ben de çekilirim” diyerek oyuna geliyor ve işin “irade” bakımından önemini kavrayamıyor…
Tekrar edelim: “İrade”nin özgürlüğü toplumsal bir “değer”dir…
Sağcı parti, solcu parti tanımaz…
Herkes; bu toplumun her bireyi, iradesine sahip çıkarak, müdahaleye karşı çıkmak zorundadır…
Bu toplumun “kabile” görüntüsü vermesi, kimsenin yararına değildir…
Şu anda, “irade”nin korunması; siyaset kurumunun da, sivil toplumun da en öncelikli görevi haline gelmiştir. İnsanımız bu konuda bir “hareket” beklemektedir…