İşgalin yakıcılığı ve kocaman bir bayrak…
Dış cephesi, kentin mimarisine uyumlu…
Ancak zemin kattan bodruma inen beton basamaklar hayli eski ve yıpranmış…
Belli ki, tarihin acı izleri silinmesin diye öylece korunmuş…
Daracık bir kapıdan, yerin en az altı metre aşağısına inince, yarı karanlık ortamda insanı bir tedirginlik sarıyor…
Kendimi zorlayarak bu sıkıcı, kasvetli ortamda birazcık daha fazla durabilmek için çırpınıyorum…
Eski, sıvası dökülmüş duvarların her yanı; renkli boyalı çizimler, şiirler ve sloganlarla dolu…
İlk gözüme çarpan slogan: “Yaşasın Su…”
Ünlü Yunanlı tarihçi, gazetecilere açıklamalar yapıyor…
“Burası 30’lu yıllarda, 2. Dünya Savaşı döneminde bir sigorta şirketi tarafından inşa edilmiş. Özellikle İtalyan uçakları tarafından Atina’ya yönelik bombalamalar nedeniyle bodrum katı bir sığınak olarak düzenlenmiş. Ancak Nisan 1941’de Alman Nazi ordusu Atina’yı işgal edince, bu binaya el koymuş…
Bir bölümünü karargâh olarak kullanırken, bodrumu da, yakaladığı direnişçilerin hapishanesi olarak kullanmış. Burada hapsedilen yüzlerce kişiden geriye bu duvarlardaki isyan çığlıkları kalmış… Ancak belli ki, en çok da “suya” hasret kalmışlar…Bu yüzden “Zito Nero” diye yazmışlar duvarlara…
Biz hep “Zito Enosis” sloganını görürdük Kıbrıs’ın duvarlarında…
Nazi’ler Nisan 41’de Atina’ya girdiklerinde Akropolis’e kocaman bir Nazi bayrağı dikmişler… O bayrak, tam 1264 gün orada dalgalanmış…
Şimdi, bu kabus dolu bodrumun dehlizlerinde bir vitrin içinde sergileniyor…
Naziler, aslında Yunanistan’a çok “gaddarca” davrandılar…
Birkaç yıl önce, “Distomo” diye bir Yunan köyüne gitmiştim…
Köyü gören yüksekçe bir tepenin üzerine kocaman bir anıt yapmışlar. Anıtın yanında da camdan yapılmış dizi dizi kutulardan oluşan bir sergi salonu yer alıyordu…
Her cam kutunun içinde bir insan kafası vardı… Tam 228 tane…
İnsanı ürperten bir manzaraydı… Meğer Almanlar, Yunanistan’ı işgal ettiklerinde,10 Haziran 1944’te, 26 yaşında bir Nazi subayı öncülüğünde bu köyü basmışlar ve iki saat içinde köyün tüm sakinlerini öldürmüşler. Köyün çocukları, hamile kadınlar, hatta köyün papazı bile kurtulamamış Alman Nazilerin elinden…
Öldürülen tüm köy sakinlerinin kafatasları, Nazi soykırımının bir “nişanesi” olarak sergileniyordu…
Bu acılı ve utanç verici iki gözlemin asıl sarsıcı yanı şuydu:
Benimle birlikte bu iki farklı gözlem gezisindeki gazetecilerin büyük çoğunluğu ünlü Alman gazetecileriydi…
Almanya’nın en önde gelen gazetelerinden tv’lerden ve haber ajanslarından gelmişlerdi…
Atalarının bundan 70-80 yıl önce yaptıklarını, Yunanlı tarihçinin ağzından dinlerken, yapılanları reddettikleri, asla kabullenmedikleri yüzlerinden okunuyordu…
Ancak “Biz Nazilerin torunlarıyız…” diyen biri olmadı…
Neden mi?
Çünkü Avrupa ve Avrupalılar, yaptıklarıyla yüzleştiler, diyetini ödediler, bugünlere “görülmemiş hesap” bırakmadılar…
Yunanistan’ı işgal eden, katliamlar yapan Almanlarla, üzerlerine bomba yağdıran İtalyanlarla, topraklarını işgal eden İngilizlerle bircik bircik hesaplaştılar… Yepyeni bir kültürel ortaklık kurdular, barışmasını bildiler…
Yunanistan, bundan 8-9 yıl önce “battığında” Almanya, milyarlarca Euro ile onu çekip çukurdan çıkarmıştı…
Artık sıradan Avrupalı; “işgal”in ne anlama geldiğini iyi biliyor… O kocaman kocaman bayrakların, kitleleri afyonladığı zaman insanların nasıl katledildiğini bedel ödeyerek öğrendi…
Onbeş tane Alman gazeteci ile birlikte, atalarının katlettiği insanların kafataslarına bakarken, bir “işgalci”nin insanlığa yaptığı kötülüklerin, üzerine yapıştığını ve dünya durdukça bundan kurtulmanın hiç de kolay olmadığını tartıştık…
Bizim coğrafyada “din” üzerinden siyaset yapanların ikide bir ortaya attığı “helâlleşme” retoriği var ya, dünya bunu hiç de din istismarı yapmadan, barış adına çoktan halletti…
Atina’nın ortasında, SS’lerin yarattığı zindanının karanlığı içinde,aniden Willy Brandt’ı anımsadım…
1970 yılıydı…
Polonya’da Kahramanlar Anıtı’na çelenk koyacaktı…
Etrafı politikacılar, gazeteciler ve fotoğrafçılarla çevriliydi…
Varşova’nın kalbindeki bu anıta doğru ilerlerken, beyaz karanfillerle süslenmiş cenaze çelenginin kurdelesini düzeltiyordu…
Bütün gözler ondaydı ama kimse ne yapacağını bilmiyordu…
Aniden birkaç adım geri gitti ve dizlerinin üzerine çöktü…
Yaklaşık 30 saniye öylece kaldı.
Bu ani davranış çok büyük bir politik duruşun simgesiydi…
Almanya’nın ilk sosyal demokrat başbakanı, Polonya halkından ve tüm dünyadan özür diliyordu…
Naziler yalnızca Yunanistan’ı değil, kocaman Avrupa coğrafyasınınhemen tümünü işgal etmiş, katliamlar yapmıştı…
Bugün “barış” global bir değer taşıyorsa, tüm bu yaşananlardan ötürüdür…
Bizim coğrafyada ise toplumların tarihten ders almak gibi bir niyeti ve alışkanlığı yoktur…
Bu yüzdendir ki, milliyetçi Türk siyasetçisiKıbrıs’a “Doğu Akdeniz’deki ileri karakolumuz” olarak bakıyor…
Bazılarımız ise “serhat boyu” olarak görüyor…
“Barış”la değil, “rant”la ilgileniyor…
Fetihçi, ümmetçi, şoven politikalar terk edilmedikçe, dünya sizi değil “egemen devlet” toplum olarak bile ciddiye almaz, saygı duymaz…