“Kaos”a değil, “çözüm”e yürümek…
Kıbrıslı Türkler; ciddi bir “sınav”la karşı karşıyadır…
Aslında; seçim, ağırlıklı olarak iki “tercih” arasında geçecektir…
Birincisi; özellikle Kıbrıs sorununda, hiçbir “kopukluğu” ya da “ray değişikliğini” gerektirmeyecek, süratle gayri resmi “Beşli” görüşmelere odaklanacak bir Cumhurbaşkanı’nı seçmek ve süreci hızlandırmak…
Bunu isteyenler ve talep edenler; gönül ve vicdan rahatlığı içinde gidip oylarını Mustafa Akıncı’ya verecekler…
Böylece Akıncı’nın “Çözüm odaklı siyaset”i aklanmış olacak ve bu konuda çizilmiş mevcut “yol haritası”ndan sapma olmayacak…
İkincisi; “federasyon öldü” diyenlerin, “iki bağımsız devlet” diyenlerin, “konfederasyon” diyenlerin tercihidir…
Ciddi ciddi böyle düşünenler, gidip UBP’nin adayına, ya da diğer sağ partilerden birine oylarını vereceklerdir.
Ancak bileceklerdir ki; tüm bu “tez”ler, iki kurucu devletin ortaklığında kurulacak olan federal bir yapının “alternatifi” değildir…
Yani; Kıbrıslı Türkler’in önüne; iki tane seçenek konmuş da “Beğen da beğendiğini” denmiş değildir…
Kıbrıs’ta iki kurucu devletin yan yana gelerek oluşturacakları federasyonun tarifi, genel çizgileri ile yetkileri ve oluşumu, siyasal eşitliğin tanımı, BM Güvenlik Konseyi’nin çeşitli kararlarında mevcuttur…
Buna karşın, hiç olmayacak bir duaya “amin” demek anlamına gelen bu “tez”ler, kulağa hoş gelse de gerçekçi değildir ve “Görüşme masası”na taşınmaları neredeyse imkânsızdır.
Böylesi hayal ürünü bir “söylemle” bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün görülmemekle birlikte, “en kötü senaryo” olarak diyelim ki Kıbrıslı Türkler böyle bir “tarihi hata” yaptılar…
Bu durumda; Kıbrıslı Türkler; 2004 öncesinde yaşadıklarına geri dönecek ve tam bir “kaotik” geleceğe yürüyeceklerdir.
“Deli dolu” davranışlarla, “KKTC tanınmadan masaya oturmam” diyecek olan birileri;
“Ben masada konfederasyon konuşmak isterim” diyecek olan birileri, bunu zorlamaya kalktığında, görüşmeleri “sabote” edecek ve “masa” üzerimize devrilecektir…
Bunu neden rahatlıkla söylüyorum?
Çünkü; özellikle Tatar ile Özersay’ın, kendilerinden çok önceleri, rahmetli Rauf Bey’in bu “tez”leri hep masaya taşımak istediğini, ancak hiçbir zaman bunu başaramadığını hesaba katmadan hayaller kurduklarını görüyorum…
İşte o eski “senaryoları” masaya yeniden sürmeye yeltenecek olan siyasetçi, bu toplumu 1990’lara geri götürecektir…
Sayın Akıncı’nın son beş yılda dünyada ve özellikle BM ile AB nezdinde yarattığı olumlu ve “çözüm odaklı” algılar dağılacak, Kıbrıs Türk toplumu bir “kuru kalabalık” suçlaması ile karşı karşıya kalacaktır…
Düşünün… Sayın Akıncı; 48 yıldır “çözülemeyen” bir soruna sahip çıkacak, Kıbrıslı Türkleri 2 yıl içinde “Beşli görüşme” platformuna taşıyacak, bu toplumun dünyada “saygın” bir yer edinmesini sağlayacak ama birileri gelip tüm bunları “berhava” edecek…
Kıbrıslı Türklerin buna izin vermesi mümkün değildir…
Yani; ya “çözüm”e yürüyeceğiz, ya da “kaos”a…
Üstelik; Kıbrıslı Türkler’in yukarıda sözünü ettiğim, iki tercih dışında da mutlaka başka “norm”ları olacaktır…
Bunların başında da “cezalandırma” ve “ödüllendirme” gelmektedir…
Seçmen; geçen ocak ayından beri münhalsiz biçimde, devlet kadrolarını partililerle dolduranlara bir “ceza” vermeyecek mi?
Seçmen; 2018’den beri alacaklarını bekleyen turizmcilere, süt üreticisine, seçime 10 gün kala “ulufe” dağıtır gibi para dağıtan siyasetçiye “ceza” vermeyecek mi?
Seçmen; Pandemi dönemini yönetemeyen, halka yalan söyleyen, işsizlere destek olmayan, özel sektör çalışanını, küçük işletmeleri korumayan siyasetçiye “ceza” vermeyecek mi?
Seçmen; Türkiye ile ilişkileri hep “istismar” eden, “anavatan” hamaseti üzerinden oy sağlamaya çalışan siyasetçiye “ceza” vermeyecek mi?
Peki; seçmen; ABD’li Başkan Yardımcısı Joe Biden’dan, İngiliz Başbakanı Boris Johnson’a, AB Komisyon Başkanı Junker’den, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye kadar onlarca dünya lideri ile yakın ilişkiler kuran, onların Kıbrıslı Türkleri bu adanın sahiplerinden biri olarak görmelerini ve tanımalarını sağlayan siyasetçiye “ödül” vermeyecek mi?
Bir Kıbrıslı Türk seçmenin; Kıbrıs sorununa hâkim, geçmişinde hiçbir şaibe olmayan, toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmeyen, çevreyi önemseyen, kültüre ve sanata değer veren, laikliği savunan, Atatürkçü, dürüst bir Cumhurbaşkanı adayına oy vermesi “vicdani huzur”un ta kendisidir…
Ama; kızını, oğlunu, eşini işe aldığı için, sanayi arsasına konduğu için, bankadan kredi verildiği için, devlet arazisi kiraladığı için, cebine 200 TL. konarak konvoya katılmak zorunda bırakıldığı için, işsiz olup da umutla örgüt başkanından yardım beklediği için, mülakat sonucunu beklemekte olduğu için adeta “metazori” oy verenler, aynı “vicdani rahatlığı” tadamayacaklardır…
İnanın ki; bu seçimlere “şaibe” düşüren, “kirleten” siyasetçinin benim için bir “kuruş” değeri yoktur ve bu küçücük devletçiğin imkânları ile gollifa gibi “seçim rüşveti” dağıtanlar, asıl o “insan haklarını” çiğnedikleri, kandırdıkları insanımızdan en büyük tokadı yemeği hak ediyorlar.