Mesleğe Halkın Sesi Gazetesi’nde başladım. Toplum lideri Dr. Fazıl Küçük’ün gazetesinde…
1987 yılından 1995 yılına kadar Halkın Sesi Gazetesi’nde çalıştım…
Bu süre içinde, bugün yaşamını yitiren, Dr. Fazıl Küçük’ün eşi Süheyla Küçük’ü tanıma fırsatı buldum.
İlk müdürüm olan Akay Cemal Abim, bir gün beni çağırdı ve “Seni önemli bir yere gönderiyorum, dikkatlice izle, fotoğraf çek ve gel. Önemli çünkü gazetenin sahibinin annesinin etkinliğini izleyeceksin, aslında gazetenin sahibinin etkinliğine gideceksin” dedi.
Gidip önce Süheyla Hanım’ı bulmam gerektiği söylendi. O bana ne yapacağımı anlatacaktı.
Heyecanlanmıştım, “acaba nasıl birisidir, bana nasıl davranacak” diye…
Sonuçta o, Dr. Fazıl Küçük’ün eşiydi, Kıbrıs’ın ilk ‘first lady’siydi, Kuzey Kıbrıs’ın değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk ‘first laydy’si…
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios bekar olduğu için Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük'ün eşi olması nedeniyle Süheyla Hanım, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk ‘first lady'si unvanına sahip olmuştu. (Bunu bugün facebook paylaşımında Ahmet Tolgay Anim de yazdı…)
Böylesi önemli bir unvana sahip birisi, nasıl bir davranış içine girerdi acaba?
Tüm olumsuz kelimeler aklıma geldi; mağrur, kurumlu, çalımlı, kibirli, büyüklenen birisi miydi, yaptığım işi beğenmez, beni azarlar mıydı?
Genç yaşıma rağmen o kadar çok habere imza atmış, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlarla röportaj yapmışken, şimdi bir kadın etkinliği haberinde fırça yersem çok üzülürdüm.
Aklımdan hep olumsuz şeyler geçirmeye başladım; Süheyla Hanım bana kötü bir şey söyler, “Gel buraya böyle fotoğraf çek, yok bu olmadı, böyle yap, ne yapıyorsun, ne biçim iş yapıyorsun?” falan derse vallahi yıkılır, demoralize olurdum…
Görevi aldım, Akay Abime bir şey demedim ama içimden, “Neden beni bu habere gönderdi ki? Keşke 10 tane görev verse de beni patronların haberine göndermese” deyip duruyordum.
Gittim, beni çok iyi karşıladı, daha ben kendimi tanıtmadan, Süheyla Hanım, kendisini bana tanıttı.
Çok şaşırmıştım, “Sizi tanıyorum Süheyla Hanım” diyebildim.
Çok sevecen, çok sıcak bir ses tonuyla, “gazetede yeni misin sen evladım?” diye sormuştu.
Rahatlamıştım, bana “Bu haberi yapmaya mecbursun, çünkü bu gazetenin sahibi benim” gibi bir tavrı yoktu.
Rahat olmamı, zaten ne yapacağımı bildiğimi, haberi uygun bir zamanda, uygun bir yerde kullanabileceğimizi söyledi.
Sanki gazete kendisinin değildi, sanki bir yabancı gibiydi, emretmiyor, her şeyi ricayla yapıyordu.
O kadar sevgi dolu ve o kadar mütevazıydı ki, şaşırmıştım. Bana çok iyi davranıyor ve değerli olduğumu hissettiriyor, işime karışmıyor, “sen işini bilirsin” diyerek güvendiği hissini veriyordu.
Mesleğe yeni başlamış birisi için bunların ne kadar kıymetli olduğunu bilemezsiniz.
Dr. Fazıl Küçük’ün eşinin bu kadar mütevazı bir insan olması beni şaşırtmıştı, biz gazete çalışanlarına bir anne şefkatiyle yaklaşıyordu.
Akay Abim aslında stres yaptığımı, heyecanlandığımı habere gitmeden fark etmiş meğerse, dönünce, “Nasıl heyecan yaptığına değdi mi? Süheyla Küçük, çok hanımefendi, çok mütevazı birisi değil mi?” diye sordu…
“Evet Akay Abi, dediğin gibi, çok şaşırdım ama onu çok sevdim” dedim Akay Abime…
Daha sonra da Süheyla Hanım’ın ya evindeki ya da başka bir yerdeki etkinliklerini izlemeye gittim.
Beni gördüğünde mutlaka hatır sorar, gazetedeki çalışanları sorar, selam gönderirdi.
Yemekli bir etkinlikse mutlaka karnımızı doyurmadan bizi göndermezdi, evindeki etkinliklerde mutlaka yiyecek, içecek bir şeyler ikram ederdi.
Yardımseverdi, temiz kalpliydi, sevgi dolu, melek gibi bir insandı Süheyla Hanım, herkes onu çok severdi, herkes ona saygı duyardı. Onu tanıyıp da hakkında kötü konuşan tek kişiye rastlamadım…
1992 yılında kısa bir dönem Halkın Sesi’nin Genel Yayın Yönetmenliği görevine Reşat Akar Abimiz getirilmişti.
Reşat Akar, bir gün heyecanla kapıdan girdi ve “Süheyla Hanım, geçmişle ilgili çok önemli açıklamalar yapacak. Dr. Küçük’e karşı kimlerin vefasız davrandığını ve daha neler neler söyleyecek” dedi.
Reşat Akar’a göre Süheyla Hanım’ın bu açıklamaları şok etkisi yapacak, yer yerinden oynayacaktı.
Süheyla Hanım, Kıbrıs tarihinin birçok dönüm noktasına tanıklık etmiş, geçmişteki olayları çok iyi biliyor, insanları çok iyi tanıyordu, elbette anlatacakları sarsıcı etki bırakabilirdi.
Süheyla Hanım’ın anlattıklarından Birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın da rahatsız olabileceği konuşuluyordu o günlerde.
Ben hem heyecanlanıyor, hem de bu olayın gerçekleşeceğine inanmıyordum.
Benim tanıdığım, gördüğüm, o iyiliksever insan, şimdi birçok kişiyi rahatsız edecek şeyleri söyler miydi, eskiyi kazıyıp da birçok yarayı kanatır mıydı? Yapmazdı sanki… Sanki ona göre bir şey değildi bu…
Öyle de oldu… Açıklamaları yayınlayacağımız günün, bir gün öncesi Süheyla Hanım, bu açıklamaları yapmaktan vazgeçti.
Tarih yapraklarını aralayacak, çok kişinin merak ettiği konulara ışık tutacak o tarihi açıklama olmadı, Reşat Abi de biz de çok üzüldük ama Süheyla Hanım’la ilgili yanılmadığım için de içten içe mutluydum.
Sanırım onu o şok açıklamaları yapmaktan, sahip olduğu o asil duruş engelledi.
Mütevazıydı, iyi bir insandı, hanımefendiydi, asil bir kadındı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk kadın ‘first lady’si sırlarıyla yaşama gözlerini yumdu.
Kim bilir, o açıklamaları yapsa, belli bir kesim tarafından belki bugün anıldığı gibi anılmayacaktı, ona daha farklı bakabilirlerdi... Kim bilir o açıklamalarla kanayacak yaralar kolay kolay tedavi olmayacaktı... O kimseyi üzecek, yaralayacak şeyler yapmazdı...
İşte asalet böyle bir şeydir… Bugünün biraz paraya kavuşmuş, ufacık bir mevki görmüş ya da eşinin popülaritesinden kendini bir şey zanneden, asaletin, mütevazılığın, insanlığın ne olduğunu bilmeyen bazı kadınlarına benzemezdi Süheyla Hanım…
Asalet Süheyla Hanım gibi kadınlarda içten gelen bir özelliktir. Bugün asaleti parayla satın alabileceğini, eşinin ya da başka yakınlarının sayesinde kazanacağını ve böylece sevileceklerini sananlar çok yanılıyor, onlara Süheyla Hanım’ın hayatını incelemelerini tavsiye ederim.
Nur içinde yat, özel ve örnek kadın…