19. yüzyılın başlarında filizlenip 20. yüzyılın son çeyreğinde patlak veren ve 21. yüzyıla sarkan Kıbrıs sorununun çözülmesine yönelik uluslararası girişimler ve toplumlararası görüşmeler aradan geçen bunca zamanda başarıya ulaşamadı.
Müzakerelerin tek çıkmaz noktası Rumlar, Kıbrıslı Türkleri çözüme mahkûm, kendilerini ise çözüme ihtiyaçları yok şeklinde görmeleridir. Bugün Adada yıllardan beri BM gözetiminde sürdürülen toplumlararası görüşmelerin bir yenisi yapılmaktadır. Çeşitli uluslararası dış güçler görüşmelerin önümüzdeki birkaç yıl içinde sonuç vermesi umudunu dile getirmektedirler. Kıbrıslı Türklerin yeni girişimler karşısında nasıl bir tutum sergileyebilecekleri oldukça önemlidir.
Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiadis, bir yol haritası üzerinde anlaşarak, ortak amaçlarının iki bölgeli, iki toplumlu ve tek uluslararası temsiliyeti bulunan federal bir çözüm arayışı olduğunu Kıbrıs Türk ve Rum kamuoyuna ve uluslararası topluma açıklamışlardır.
Birleşme, taşınmaz mallar ve güç paylaşımı konusundaki mevcut anlaşmazlıklar her müzakere sürecinde çözümlenememektedir. Anastasiadis asıl amacın adanın bütünlüğünün federal, iki toplumlu ve iki bölgeli bir cumhuriyet sistemiyle yeniden sağlanması ve adanın askerden arındırılması olduğunu ifade ederken, diğer yandan Akıncı ortak amacın “iki halk arasında politik eşitliğe ve iki kurucu devletin eşit statüsüne dayalı yeni bir ortaklık devleti inşa etmek” olduğunu savunmaktadır.
Kıbrıs müzakerelerinin başlamasındaki en önemli dinamiğin, Doğu Akdenizde ortaya çıkartılan doğalgaz ve petrol kaynakları olduğu konusu aşikardır. Kuzeyle Güney arasındaki ihtilafa ve adanın bölünmüşlüğüne son verilmesi gerekiyor. Bununla beraber, çıkarılan doğalgazı Avrupaya ihraç etmenin en ekonomik yolu Türkiye üzerinden inşa edilecek bir boru hattından geçiyor ve dış güçler açısından sorunun çözülmesi bu bakımdan da kendini dayatıyor.
Müzakere de ele alınan başlıklar şunlardır; yeni devlet siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu iki bölgeli federasyona dayalı olmak, BM ve ABnin üyesi olarak tek vatandaşlık, tek temsiliyet, hiçbir taraf diğer taraf üzerinde otorite ve idari yetkiye sahip olmayacak, Birleşik Kıbrıs, her iki tarafta eş zamanlı ve ayrı ayrı düzenlenecek referandumdan sonra ortaya çıkacak, başka bir ülke ile herhangi bir şekilde kısmi veya bütün olarak bölünme birleşme ya da ayrılma hakkı yasaklanacaktır.
Türkiyeden sürekli tavizler koparmaya alışmış olan Yunanistan, Kıbrıs konusunda Türkiyenin tavrından bir değişiklik olmadığını iddia ederek, ABD ve ABnin baskı yapmasını ve Kıbrısta federasyon şeklinde çözüm arzulamaktadır. Kıbrısta tek siyasi egemenliğin güvence altına alınması istemekteler. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Meclis Başkanı Yannakis Omiru da bu durumu şu şekilde dile getirmektedir; “Her halükarda Kıbrısta tek siyasi egemenliğin güvence altına alınmasını istiyoruz”. Bu açıdan sil baştan yakınlaşmanın her iki kesime de zarar vereceğe kanısındayım.
1974 harekâtından önce de tek devlet vardı. Bu devlet Rumlara az geldi ve katliamlara tekrar başladılar. Daha sonra Türk askerini adadan çıkarma politikası, sürecin devamı oldu. Kıbrıs Türkler saldırıya asimilasyona-soykırıma uğrarken de tek devlet vardı ve başında Rum yönetici bulunmaktaydı. Yardımcısı Türktü ama etkisiz bırakıldı. 2015de Limasoldaki Kıbrıs Türk Semtindeki bir ev yakıldı. Bu örnek geçmiş yıllarda da yapılan katliam ve saldırıların başlangıcını göstermez mi? Rum tarafının gözünden Türkiyeye bakarsak: Müzakerelerde sadece Türkiyenin yarar sağlayacağı ve Türk şirketlerinin istilasına uğrayacağı gibi bir izlenim oluşmuş durumdadır. Türkiyenin, Kıbrısta maden zenginliğinin yöneticisi olacağı ve yalnızca askerî değil ekonomik hâkimiyetinin esiri olacağı kanısındalar. Her müzakerede olduğu gibi Türk tarafının kazanç sağlayacağı bir müzakere maddeleri var gibi görünür ama sonun da yine Rum tarafı istediğini alır.
Olaya bir de bizim tarafımızdan bakalım, son görüşmelerde, kapalı Maraş şehrinin aşamalı iade sürecinin, tüm Adanın mayınsızlaştırılmasının devam etmesi gibi anlaşma maddeleri ele alınmaktadır. İflas etmiş ve ekonomik yapısı çökmüş bir ülkenin masaya oturmamakta ısrar etmesini anlamak oldukça zor. Anastasiadis, “Maraşın iade edilmesi” konusunu ortaya atmıştır. Adada çözüme sadece Kıbrıslı Türk ve Rumların değil, diğer dış dinamiklerin de ihtiyacı vardır. Çözüm artık her zamankinden daha gereklidir. Ancak, amaç ve gaye çok açıktır. Maraş konusundaki taleplerinin Türkler tarafından geri çevrilmesi sonrasında “Türkler müzakereleri sonuçsuz bıraktı, masadan kaçtı” algısını oluşturmaktır. Kaçan tek bir taraf var o da Rum yönetimidir. Amaçları, müzakereleri çıkmaza sokmak ve bundan da kazanç sağlamaktır. Buna en iyi örneği; 2004 yılında Annan Planından sonra Avrupa Birliği üyesi olmasıdır. Bu saatten sonra kalkıp hangi yapıcı ve güçlü müzakereden bahsedebiliriz ki.
Görüşülen son müzakere sürecinde plan, tıpkı bundan öncekiler gibi sermayenin çıkarlarına dayanmaktadır. Görüşmelerin burjuva güçlerce ve kapı arkasında yürütüldüğü bu süreçte, halkın istekleri hiçbir şekilde sürece dahil edilmemektedir. Ayrıca genel çerçevenin Annan Planının ötesine geçmediği de görülüyor. Eğer o planın koşulları kabul edilirse, bu, ada halkının bölünmüşlüğünün tümüyle ortadan kalkmayacağına, dolaşım hakkına sınırlar getirileceğine, yönetim ve yetki paylaşımı konusunda sürekli sorunlar çıkacağına işaret edecektir. Bunların yanı sıra, garantörlük sisteminin devam etmesi nedeniyle Türkiyenin ve Yunanistanın adaya müdahaleleri son bulmayacaktır. İngilterenin askeri üslerine dokunulmaması ise, adanın emperyalist güçler tarafından bir askeri üs olarak kullanılmaya devam etmesi anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, KKTCnin 3 yıldır halledilmeyen sorunlarının halledilmesi, uluslararası kuruluşların insafına bırakılmaması gereklidir. Türkiyenin batı ve güneyinin kontrol altına alınabilmesi için, askeri, siyasi, ekonomik, dış politika ve güvenlik konularında Türkiyenin elinin güçlü olabilmesi adına Kıbrıs meselesi asla başkalarının inisiyatif ve iradesine terk edilemeyecek kadar ciddi bir meseledir. Kıbrıs sorunu egemenliğimizi tehdit eden, Türkiyenin birinci derecede acil ve kalıcı çözüm bekleyen hayati meselelerinden birisidir.