KKTC BİR ZORUNLULUKTAN KURULDU

Abone Ol

Bugün KKTC’nin kuruluşunun 41’nci yıldönümü.  Umarım bir 41 yıl daha, hatta  sonsuza kadar yaşar devletimiz.

            Her yıl KKTC’nin kuruluşu ile ilgili yazı yazar ve KKTC’nin önemine değinirim.  Bu yılki yazım da KKTC’ye bir anlam katmak için yazılmış oluyor.  Bu önemli gün için yazımın başlığına şöyle bir ifadeyi koymak istedim.

            “KKTC bir zorunluluktan kuruldu.”

            Gerçek o değil mi?  Bir zorunluluktan kurulmadı mı devletimiz?

            Daima kullandığım bir ifade vardır Rumlar için.

            “İttin gitmedi, çektin gelmedi, koyverip gideceksin.”

            Bu ifade tam da Rumlara uygun bir ifadedir.

            Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş 4 Nisan 1968’de adaya geldiğinde ikili görüşmeleri başlatmıştı. Denktaş-Klerides görüşmeleri bir umuttu her iki taraf için de.  Esasında Türkler için bir umut olmuştu o görüşmeler.  Rumlar  Kıbrıs Cumhuriyetini işgal etmişler ve Türkleri dışlamışlardı.  O dönemlerde ben de naçizane bir ifade ile Dr. Küçük’ün Özel Kalem görevlisiydim.  Denkteş her ikili görüşmeden çıkınca tutanakları yazar ve Dr. Küçük’le dönemin TC Büyükelçisine, Alay Komutanına ve Ankara hariciyesine gönderirdi.  Bir de Bayraktarlığa gönderirdi.

            Dr. Küçük’e gelen bütün tutanak ve evrakları ben okurdum liderimize.

            O görüşmelerde birşeyin farkına varmıştık Dr. Küçük’le.  Görüşmelerde elle tutulan birşey yoktu.  Rauf Denktaş’ın sunduğu bütün iyileştirme teklifleri hasır altı ediliyordu.  Tümü de zamana oynamak ve oyalama taktiğiydi.  Klerides bunu böyle götürmüştü yıllarca.  Diğer Rum liderler de aynı taktiği uygulamışlardı.  Bakmayın şimdi Rumların görüşmelerin yeniden ısrarla başlatılması isteğine.  Bu ısrarları, Harekattan sonra kuyruklarına basıldığı içindir.

            Denktaş-Klerides görüşmeleri kaç yıl sürmüştü ve bir sonuç elde edilememişti.

            Sonra geçen uzun zamanın ardından Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı olmuş ama o da bir netice alamamıştı.  Onun ardından Dr. Derviş Eroğlu Cumhurbaşkanı olmuştu.  Eroğlu’yla Denktaş’ın siyasi misyonu aynıydı.  O da yıllarca görüştü ama bir neticeye gidemedi.  Anımsadığım kadarı ile Rum görüşmeci Papadopulos’tu.

            Eroğu’dan sonra Mustafa Akıncı Cumhurbşakanı seçilmişti.  Nemelazım.  Akıncı da epeyce köşeye sıkıştırmıştı Rum görüşmeciyi ama olumlu bir sonuç elde edememişti.  Bu süreçte Denktaş’ın talimatı ile federasyonu savunmuştuk. Lakin Rumlar ona da yaklaşmadı.

            Şimdi son Cumhurbaşkanı olarak Ersin Tatar, farklı bir politikayla egemenliğimizin onayını ve yan yana iki devletin tanınması gerçeğini savundu ve savunmaya devam ediyor.  Tatar’ın bu savla politikasını sürdürmesi, artık başka alternatifin olmamasındandır.

            Ersin Tatar’ın Ankara destekli politikası doğru bir politikadır.  Kaldı ki iki yıl üstüste TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan  BM Genel Kurulu’nda bütün devletleri KKTC’yi tanımaya davet etmiştir.

            Rumlar ve Yunanlılar her zaman pusuda yatan tilki gibi Erdoğan ve Dışişleri Hakan Fidan’la bir araya gelmeye çalıştılar ve hala çalışıyorlar.  Nasrettin Hoca’nın göle yoğurt çalması gibi.

            Şu anda Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleşmekte olan “BM İklim Değişikliği Konferansı”nda da Rum liderle TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve BM Genel Sekreteri Guterres bir araya geldiler.  Gıterres bu toplantıda hem Türk, hem de Rum temsilcileri ile istişare şansı bulurken beşli görüşme için taraflara bir teklifte bulunmuş ve bu teklife bütün tarafların bir araya gelmesi onayını aldığını açıklamıştır.

             Şimdi Rumlar ve Yunanlılar umutlandı bu duruma.  Hatta Guterres de umutlandı.  Şayet Hristodulidis bu toplantıda yine federasyon temelinde bir çözümü öne sürerse, bu görüşme başlamadan biter bence.  Rumların bu savla hareket edeceği kesindir. O nedenle Türklere egemenlik hakkının verilmeyeceği de gerçek.  Yani bu doğum başlamadan bitecek.

            Kıbrıs Türkü’nün bir altmış yıl daha beklemeye tahammülü yoktur.

            O nedenle vurguluyorum.

            “KKTC’nin kuruluşu bir zorunluluktu.”