KKTC TAM 40 YAŞINDA
Şöyle bir analiz yapacak olursak, bir döneme damgasını vuran bir nesil, Cumhuriyetin kıymetini daha iyi biliyor.
“Buralara nasıl geldik” sorusunun karmaşası içinde hep aklıma Harekat sonrası görüntüler geliyor gözlerimin önüne.
Harekat sonrasında birinci görevimiz, iskan politikamız oldu. Binlerce kuzey ve güney göçmenini Kıbrıs’ın kuzeyindeki topraklara yerleştirmek başlı başına bir işti. Şimdi kendimi huzurlu hissediyorum. Çünkü binlerce göçmenin yerleşiminde ve rehabilitesinde etkin görevler aldım. O zor günleri şimdi kitaplaştırmak üzereyim, naçizane bir ifade ile.
Türk askerinin güneye yürümeyeceği anlaşılınca, güneyde kalan insanlarımız en zor günlerini yaşamışlardı. Bütün Türk erkekleri yazın Ağustos sıcağında satadyumlara hapsedilirken, dışarıda kalan yakınlarının akibeti ne olacaktı?
Gizli yollardan büyük paralar ödeyerek kuzeye geçen Türklerin dramı, bir filme konu olacak kadar acı ve derindir.
Kolay mıydı binlerce göçmeni ev yer sahibi yapmak?
İşte biz, bunu başardık.
Bir gün deiredeki odamda çalışırken bir haber gelmişti, takvim 15 Kasım 1983’ü gösterdiğinde. O haber üzerine bütün daireler boşalmış ve gelen haber üzerine herkes Meclis’in önüne yığılmıştı. Gelen haber, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edileceğine yönelikti.
O gün, Meclis’in önü ana baba gününe dönmüştü. Ben de bazı arkadaşlarla Meclisi’in nündeki biber ağaçlarının altındaydık. Önümüzde Meclisin basamakları vardı. İçeride konuşulanlar, megafonla dışarıya veriliyordu.
Dr. Küçük, Kurucu Meclis Üyesi olacak olan gazeteci Ahmet Akar’ın kolunda gelmişti Meclis’e. Denktaş ve Osman Örek de çok mutluydular.
Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş da salondaydı ve Dr. Küçük’le yayana oturmuştu. İşte bütün acıların geride kaldığı, buzların eridiği zaman, o zamandı.
İçeride bir milletin kaderi tartışılıyor ve biçimleniyordu. Merhum Başbakan Nejat Konuk, oylamanın ayakta yapılmasını rica ediyordu. O ayakta oylama resmi, bugün tarih sayfalarına girmiştir.
KKTC’nin ilanından sonra tarihten fışkırmış gibi Meclis’in basamaklarında üç yorgun adam vardı. Dr. Küçük, Rauf Denktaş ve Osman Örek...
Bu üçlüyü bütün mücadele yıllarımızda hep yan yana ve kucak kucağa gördük. O gün yine oradaydılar. Onların bir muhabbet yumağı oluşları, en çok da Dr. Küçük’ü mutlu etmişti.
Yıllarını ve hayatını Kıbrıs Türki’nün davasına adamış Dr. Küçük ağlıyordu. Gözlerinden akan yaşlar, mutluluk gözyaşlarıydı. İyi ki Dr. Küçük ölmezden önce bu mutlu ve tarihi anı yaşamıştır. Nitekim Dr. Küçük 15 Ocak 1984’te gırtlak kanserinden hayata veda etmişti.
O üçlünün kucak kucağa çekilmiş ünlü resimleri, bugün Dr. Küçük’ün mezar taşlarında rölyef bir eser olarak şekillenmiştir.
15 Kadım 1983 tarihi, Kıbrıs Türkü için bir dönüm noktasıydı. Bütün mücadele yılları geride kalırken, artık kalkınma zamanının geldiği vurgulanıyordu.
O kalkınmada neler yoktu ki...
Sanayi bölgelerimizin yapımı, sosyal konutlar, Eşdeğer Mal Yasası, otellerimiz ve Turizm politikamız, üniversitelerimiz, narenciyeye dört elle sarılmamız ve Anavatan’la kucaklaşmamız. Bir de Türkiye’den gelen su...
Dış politikada bir değişiklik olmamıştı. Rumların siyaseti yine zamana oynamaktı.
Geçen zaman zarfında Annan Planı kamuoyunun oylamasına sunulmuştu.
Türkler bu plana evet derken, Rumlar yine olumsuz tavırlarını ortaya koyarak, bu plana hayır demişlerdi. Ve maalesef Rumlar, yarım Kıbrıs’la Avrupa Birliğine üye yapılmışlardı.
Annan Planı sürecinde Türkiye’de AKP partisi kurulmuştu.
Annan Planına Türklerin evet demesi için Recep Tayyi Erdoğan canla başla çalışmıştı. İşte o günlerde Erdoğan’la Denktaş’ın yolları ayrılmıştı. Denktaş ölümüne bir propaganda başlatmıştı. Türklerin bu plana hayır demesi için herşeyini ortaya koyarken, Erdoğan da evet denmesi için mücadele ediyordu.
O kadar iyi niyete rağmen Kıbrıs sorunu hala çözümlenemiyordu.
Zaman yine bir su gibi aktı gitti ve son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ersin Tatar, yeni Cumhurbaşkanımız olmuştur.
Erdoğan’la Tatar’ın Kıbrıs konusundaki paralellikleri, yan yana iki eşit ve egemen devlet politikasına kadar geldi. Artık Kıbrıs Türkü’nün davası şekil değiştiriyor ve KKTC’nin tanınması siyali veriliyordu.
Ve KKTC, artık Türk Devletlerinde gözlemci üylik sıfatını kazanıyordu.
Bundan sonraki hedef bellidir. Üzerinden geçen kırk yıllık zamanda biz yine varız ve Rumlara muhtaç değiliz, çok şükür. Gideceğimiz yol bellidir. KKTC’nin tanınması...