Kocaman 40 yıl… Tam bir “başarısızlık” öyküsü…

Abone Ol

Sabahleyin, mahalledeki büyük bir hareketliliğin gürültüsüyle uyandım…
Karşı komşum, çoktan valizini hazırlamış, arabasına yerleştirmek üzereydi…
Yolun öteki tarafında, çocuklarını çekiştiren, “acele edin” diye bağıran anneler gördüm…
Bir panik havası içinde insanlar, “sınır”a yakın bu bölgeden uzaklaşmaya çalışıyorlardı…
63’ler, 67’ler, 74’ler gözlerimin önünden hızla geçti…
Korku içinde evimizi terk ettiğimiz günleri anımsadım…
Bir kez daha mı “göçmen” olacaktık?
Bir gece önce haftalık Ortam gazetesini yayına hazırlamış, matbaaya teslim etmiştik…
Gece yarısına doğru, sivil bir enformasyon görevlisi telefon etti…
-Gazetenizi kontrol etmeye geliyoruz. Ona göre yayınlanmasına izin vereceğiz.
-Sansür mü yapacaksınız? diye sordum…
-Bakacağız, dedi görevli…
-Yok dedim… Zahmet etmeyin… Buraya da gelmeyin… Gazeteyi yayımlamıyoruz…
15 Kasım 1983 günü Ortam gazetesi çıkmadı…
O gün, Meclis “Bağımsızlık Bildirisi”ni oybirliğiyle onayladı ve “KKTC” adında bir devletin doğuşu tüm dünyaya ilan edildi…
Meclis önünde toplanan heyecanlı bir kalabalığa hitap eden Rauf Denktaş, yanına Dr. Küçük’ü ve Osman Örek’i de almıştı…
Artık, Kıbrıslı Türkler’in bir “devlet”i vardı…
Bu “proje”nin sahipleri; kısa zamanda bu “devlet”i 7-8 İslam devletinin tanıyacağını sanıyorlardı…
Bu yüzden Meclis’teki CTP ve TKP gibi partilere “Ya evet deyin, ya da yeni devlette size yer olmayacak” diye sünnetçi korkusu verilmişti…
Onlar da, Meclis’te ellerini havaya kaldırmış, ayakta bu “devlet”in ilanını alkışlamıştı…
Gerçek şu ki; ayrı “devlet” ilanını, “sol” çevreler içinde de gönülden destekleyen önemli isimler vardı…
“Bağımsız devlet” onlara göre “Türkiye’ye bağımlı olmaktan” çok daha iyiydi…
Ben; baştan itibaren bu biçimde bir “devlet”in ilanını desteklemiyordum…
Ortam gazetesindeki yazılarımda böyle bir girişimin başımıza neler açacağını anlatıyor, bazı panellerde görüşlerimi apaçık biçimde dile getiriyordum…
Ancak; devlet ilanının arkasında hem “siyasi” destek vardı, hem de halkın önemli bir bölümünde büyük bir heyecan ile umut oluşturulmuştu…
Tabii; BM Güvenlik Konseyi üç gün içinde acilen toplandı ve bizim Meclis’in kararını “geçersiz” sayan 541 sayılı ünlü kararını aldı…
Kararın en önemli maddesi üye ülkelere yapılan çağrıydı…
BM; tüm üye devletlere “KKTC’yi tanımayın” diyordu…
“Kıbrıs adasında yalnızca bir tek devlet vardır, o da Kıbrıs Cumhuriyeti’dir” diyordu…
Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 13’ü bu karara “evet” dedi…
Bir tek Pakistan “karşı oy” kullandı…
Ürdün ise “çekimser” kalmıştı…
Demek ki; bizimkiler BM ve üye devletler nezdinden hiçbir hazırlık yapmamıştı…
Hele hele 5 daimi üyeden birinin desteğini almadan, böyle bir “macera”ya girişmek akıl karı değildi…
Ama, yaptık…
Türkiye bize yeterdi…
Bir tek bizi “anavatan” tanısın, gerisine lüzum hissetmemiştik…
Arkasından, Meclis feshedildi, yerine “Kurucu Meclis” kuruldu…
Meclis’e, halkın seçmediği, “sivil toplum”u temsil edeceği söylenen yeni üyeler tayin edildi…
“Bu devlet neden ilan edildi?” sorusu hep gündemdeydi…
Bir yandan TC’deki 12 Eylül askeri darbesinin lideri Orgeneral Evren, “Kıbrıs’ta sol güçlendi önlem almak gerek” diyordu…
Öte yandan ise, Denktaş’ın iki dönemden beri yürüttüğü Başkanlıktan ayrılmak zorunda kalacağı için, yeni bir Anayasa yaparak “önünün açılması” nedeniyle devlet ilan edildiği tezleri ortaya atılıyordu…
Daha ilk günden, bu “devletçiğin” adeta ölü doğduğu hissedilmeye başlamıştı…
Bu yüzden de ikide bir “Biz bu devleti şaka olsun diye kurmadık” deniliyordu…
Ancak gerçek şuydu ki; kocaman bir ahmak şakası yapmıştık…
Hiçbir hesabımız tutmamıştı…
BM’de ve dünyada hiçbir “destek” görmemiştik…
Bu yüzden dünyada etkin bir “tanıtma” faaliyeti yapılamadı… Türkiye, bu “devletçiği” elinden tutmuştu, gittiği her yere yanında götürmüştü…
Ancak bir Tanrı’nın kulunu “tanıma” konusunda ikna edememişti…
Bizim “devletçik” öylece, bir kenarda “atılı vaziyette” durdu…
Tam 40 yılda, 40 arpa boyu yol alamadı…
Ta 2020’lere kadar…
AKP, Sayın Akıncı’yı alaşağı yapmaya karar verince “iki devlet” adında içi boş bir “yeni politika” izlemeye başladı…
Bu büyük hayale göre; KKTC, Türkiye’nin “etki alanındaki” bazı ülkeler tarafından tanınacak ve önü açılacak…
Ancak kısa zamanda daha ilk denemelerde; hem Azerbaycan’da, hem de Kazakistan’da bu politika “hezimete” uğradı…
40 yılın kocaman bir “başarısızlık öyküsü”nden ibaret olduğu anlaşıldı…
Yarın; topla, tüfekle, marşlarla, uçaklarla 40 yaşındaki bu “delikanlı”nın doğuşu kutlanacak…
Hamaset tavan yapacak…
Kimse 40 yılda neden yol alamadığımızı, neden “tören devleti” olmanın ötesine geçemediğimizi konuşmayacak…
Bando çalacak, bayraklar sallanacak…
Ganimet topraklar üzerindeki “egemenliğimiz”le biz çalıp biz oynayacağız…
Geldiğimiz nokta; söylerken canımız yansa da ne yazıktır ki budur…