Hepimizin davası olan kültür davamızı canla başla desteklememiz ve Mağusa’yı katiyen tek başına kendi hallerine bırakmamaya ant içmeliyiz. Onların gösterdiği medeni cesaret, yine bizim için değil midir? Onlar vazifelerini yaparken bütün toplumun yanlarında yer alması mutlak surette elzemdir.
Bugün bizi içinde bulunduğumuz müşkül duruma sokan ‘nemelazımcı’ artık bir tarafa atılmalı ve ‘Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ ilkesini kabul etmeliyiz” 1952
Dr. Fazıl KÜÇÜK
İki yılı aşkın bir süredir dünyamızı etkisi altına almış olan salgının ne zaman sona ereceği konusu bilim insanlarınca tartışılmaya da devam ediliyor. Bu tartışmaların bir anlamda kafa karışıklığına neden olduğunu kaydetmek istiyoruz. Sokaktaki kişilerin bile konunun uzmanı gibi konuşmalar yapıyor olmaları kafa karışıklığının birincil nedeni oluyor. Yine bu süreçte resmi verilere göre dünya ölçeğinde 4 milyona yakın insanın yaşamını kaybettiği belirtiliyor.
Açıklanan verilerde gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerdeki ölüm sayılarının bir birine yakın olduğu görülmektedir. Sıkıntı, aşıya ulaşamayan yoksul ülkelerdeki ölüm sayılarıdır. Bu nedenle aşı üreticisi ülkelerin yoksul halklara aşının ulaştırılmasını sağlamak amacıyla BM Dünya Sağlık Örgütü’nün de ciddiye alınacak çabasının olmadığı biliniyor. Buna karşın bir yandan salgınla mücadele edilirken emperyalist ülkelerin tuzağına düşmüş olan ülkeler kendi aralarında savaş ediyorlar.
Salgın dünyada yeni bir düzenin daha adil kurulmasının öncüsü olabilir. Bu yapının temellerini son aylarda yapılan seçimlerin sonucuna bakarak söylemek olasıdır. Birebir insan ilişkilerinin de etkileniyor olması üzüntü vericidir. Yeni yapı kurulurken çekirdek aile yapılarının da ivme kazandığı görülüyor. Bu kurulumu salgına bağlamak doğru olmasa da nedenlerden biridir diye düşünülmesi belki daha doğru bir bakış olacaktır. Kurulmaya çalışılan yenidünya düzeninin iyimser bakışla çok yönlü sorunlara neden olabileceğini söylemek olasıdır.
Cenevre’de son yapılan 5+1 ölçekli Kıbrıs görüşmelerinden beklenen sonucun alınmadığı biliniyor. Benzer yeni bir toplantının yapılabilmesi için BM ilgilileri çalışmalarını sürgit ediyorlar. Genel Yazman ilk görüşmede ortak zemin bulamadığını açıkça söyleme gereğini duyuyordu. Yeni sürecin başlatılması çalışmaları yapılırken Bay Nikos Anastasiyadis, “özlü müzakerelere gidilmeden önce egemenlik konusunun çözülmesini kabul etmeyeceğini” söylüyor.
Zemin araştırması yapmakta olan BM Kıbrıs Özel Geçici Danışmanı ile yaptığı görüşme sonrasında ise, “BM’nin Türk tarafına müzakereler başlamadan önce tanınma isteğinin kabul edilmeyeceğini açıkça söylemesini” istiyor. Bunları söyledikten sonra yeniden yapılacak resmi olmayan konferansa katılmaya hazır olduğunu yineliyordu.
Rum siyasi partileri de hep birlikte ortak çözüm noktasında birleşebiliyorlar. Cenevre’den çıkan sonucun ardından durumun son derece tehlikeli şekillenmekte olduğunu söylüyorlar. “Kıbrıs’ın taksiminin daha önce olmadığı kadar gözle görünürdür” uyarısında bulunuyor. Siyasi partilerden aşağı kalmamak için Bay Anastasiyadis, 1958 yılında öldürülen Stavros Stilianidis isimli EOKA’cının anısına dikilen anıtın açılışında yaptığı konuşmasında “İktidarda bulunduğum veya halkın verdiği yetkiyle hizmet ettiğim sürece Kıbrıs’ı Türkiye’nin mandası haline getirmeyeceğim” diyor. Bu düşünce yapısı içinde olanlarla uzlaşının nasıl sağlanacağının hep birlikte düşünülmesi gerekiyor.
AB’nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell, Antalya’da Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da katıldığı toplantı sonrasında sorulan bir soru üzerine, AB yetkilisi “Ersin Tatar’ın tanınmamış sıfatıyla orada yer almasının ne anlama geldiği” yaklaşımına “Ersin Tatar’ı bu sıfatla tanımadıklarını, Buna karşın Tatar’ın aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumu lideri olduğunu bu nedenle O’nunla konuştuklarını çünkü pozisyonun önemli olduğunu” söylüyor.
Karşımızdaki unsurun Kıbrıs uyuşmazlığına bakışı bu noktada düğümlenirken bizlerin de zaman yitirmeden çalışmalara başlamamız gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…