Külliye’yi hastaneye dönüştürmeliyiz…
“Birlik ve beraberlik…” diye söze başlarlar, etrafında dönerler ve aynı sözcüklerle bitirirler…
Ne demiş Ünal Üstel:
“Tek yürek olma zamanıdır…”
Ana muhalefet partisi başkanı da “tamamen aynı fikirdeyim…” demez mi?
Oysa; Üstel’in “birlik ve beraberlik”ten kastettiği, kendi söylediklerinin, kendi yaptıklarının onaylanmasıdır…
Ersin Tatar’ın konuşmalarındaki “birlik ve beraberlik” hamaseti de aynı niyetleri taşımaktadır…
Kimse farklı düşünmesin, farklı davranmasın beraberliğidir kastedilen…
Hoyrat milliyetçiliğin “jargon”udur bu…
Böyle dönemlerde kimse yapılanlara karşı çıkmasın, eleştirmesin, farklı düşünmesin…
“Birlik beraberlik” uğruna sussun, konuşmasın…
Bay Tatar ve atanmış diğer siyasetçiler, bütçeden ödenenlerin maaş ve ücretlerinden dilediği zaman, dilediği gibi kesinti yapsın…
Ama buna karşın, kimse ağzını açamasın…
Nasıl olsa “deprem” var… Şimdi “birlik ve beraberlik” zamanı…
Konu “insani…”
Memurdan, emekliden “isteği dışında” zorla maaş kesintisi yapmanın “anayasal suç” olduğunu bilmiyor mu Sayın Tatar?
Bal gibi de biliyor…
Maliye Bakanı iken, bunu denemiş ve yaptığı “icraat” mahkemeden dönmüştü…
Ersin Tatar, mahkeme kararını uygulamamış, emeklilerden yapılan kesintiler yıllar sonra Serdar Denktaş’ın Maliye Bakanlığı döneminde geri iade edilmişti.
Şimdi, hükümete aynısını yaptırıyor…
Deprem var… Sözkonusu olan Türkiye… “Böylesine acılı bir ortamda kimse bu kesintilerin arkasına düşmez” diyerek gene bir “anayasal suç” işlemeye kalkıyor…
Aslında Sayın Tatar’ın bu konularda ne kadar “siyaseten fırsatçı” olduğu sözlerinden de anlaşılıyor…
BRT ekranlarında ne diyor:
“Bu kesintiler için ‘Anayasa'ya aykırıdır’ diyen de var ama şimdi bu durumda kim mahkemeye gidebilecek. Kamuoyu vicdanıdır bu…”
Yani, Bay Tatar’a göre, dilediği gibi kesintiyi yapabilir, nasıl olsa acılı ve hassas bir dönemden geçiyoruz ve kimse mahkemeye baş vuramaz…
Bu; siyaseten bir fırsatçılık değil mi, kamuoyundaki hassasiyeti kötüye kullanmak, istismar etmek değil mi?
Aslında Bay Tatar’ın buna benzer bir “istismar”ı daha var…
Corona dönemi başlangıcında emekliler aleyhine yaptığını anımsamakta yarar vardır.
2020 yılının Mart ayı başında Pandemi ortaya çıkar çıkmaz, insanlar evlerinde kapalı iken, Başbakan olan Ersin Tatar, Bakanlar Kurulu’nu toplamış ve 25 Mart tarihinde “Emeklilerin Şahsi Muafiyeti”ni ortadan kaldıran bir kararnameyi alel acele aynı gün Resmi Gazete’de (Sayı: 50, sayfa 41) yayımlatmıştı.
Tabii, sokağa çıkma yasağının uygulandığı ve başka önceliklerin gündemde olduğu o gün ne Bakanlar Kurulu’nun toplandığına ne de aynı gün devlet matbaasının Resmi Gazete’yi bastığına inanıyorum…
Bu konu aylarca gizlenmişti. Haziran temmuz aylarında ortalık biraz sakinleşince, emekli olup iş hayatını sürdürenlere okkalı vergiler gönderilmeye başlanınca bu “tilkilik” ve “suistimal” ortaya çıkmıştı.
O günlerde Corona sürecini kötüye kullanan Bay Tatar’a “itiraz” edebilen olmamıştı…
Neden? Çünkü muhalefet de, sendikalar da “birlik beraberlik” sürecinde, temel görevlerini askıya almışlardı…
Aynı Tatar, bugün de yaşanan hassas dönemi “istismar” etmeye kalkışıyor…
Ancak bu kez sendikalar “birlik beraberlik” martavalına itibar etmedi ve uyanık davranarak Anayasa Mahkemesi’ne “ara emri” başvurusunda bulundu.
Bay Tatar’ın “Neticede kader…” dediği depremlerin Kıbrıs’ı derinden sarstığı bir dönemde keşke çok daha etkin ve “kamu vicdanı”na saygılı bir “yönetim”e sahip olsaydık…
Aslında “devlet parası harcama”da usta olan Bay Tatar, maaşlı ve ücretli kesime yöneleceğine, elinin altında bulunan kaynaklarla, depremzedelere çok daha büyük yardımda bulunabilirdi…
“Anavatan” dediği Türkiye’ye, kendisinin sebep olduğu “Külliye” inşaatı için söyleyecek bir sözü, verecek bir mesajı yok mu?
Türkiye yaralarını sarmak için dünyadan “yardım” beklerken, saray yapımına devam etmek için milyarlarca lira para istemeye yüzü olacak mı?
O inşaatın önünden geçerken, oraya dökülen tonlarca betonun ve harcanan her bir kuruşun acısını hissedebiliyor mu?
Bu andan itibaren, hangi Kıbrıslı Türk yönetici, hangi yüzle Türkiye’den “para” isteyebilecek?
İşte bu yüzdendir ki, doğal olarak TC kaynaklı birçok proje yarım kalacak ya da başlayamayacak…
Lefkoşa’ya 500 yataklı hastane yapımı da yarım kalması muhtemel projeler arasındadır…
Bu yüzden, gereksiz külliye inşaatı, bundan sonrasını bizim kendimizin yapabileceği bir hastane projesine dönüşebilir…
“Örtülü ödenekler” iptal edilirse, bütçede “izaz ikram” kalemleriyle birazcık oynanırsa bunu başarabiliriz.
Kıbrıslı Türkler, bu deprem sürecinde “dayanışma” nedir göstermişlerdir.
Türkiye sevgisi nedir; fazlasıyla göstermişlerdir…
Şimdi, hem Bay Tatar’ın, hem de hükümetin “tek vücut” olarak, hatta “tek yürek” olarak hemen “tasarruf” önlemlerine başvurmaları ve kendilerinden başlamaları en doğrusudur.
Ancak o zaman “kamu vicdanı” birazcık rahat nefes alır…