Poli’nin bizlerce Afrodit Hamamları[1] olarak bilinen meşhur yöresi şimdilerde bir turist merkezidir. Bu sularda yıkananların aşk hayatlarının devamlılık ve kuvvet kazanacağına inanılır. Afrodit’in sevgilisi olan Akamas ile burada evlendiği söylentiler arasındadır. Başka bir söylentiye göre Afrodit’in her gün tekrar burada yıkanıp bakireliğine geri dönmesidir.
Poli ve Baf yöresi su bakımından zengin ve mümbit bir bölge olduğundan Venedikli ve Lüzinyan aristokrat aileleri tarafından paylaşılmıştı. Ayrıca Limni Bakır madeninin tarih boyunca değeri Poli’nin bir Liman olarak bakır ve bölge ürünlerinin ihracatında önemli yeri vardır.
Bu bağlamda efsaneler şehrininüç efsane kardeşi Hüsnü, Oktay ve Arif Feridun kardeşler. Son yıllarda rahmetli Arif Feridun’un kitaplarında bu aileyi çok daha iyi tanımıştık, iyi ki Arif bey bir mimar olarak bu anı kitaplarını yazmıştı. Bugün bu aileden yaşayan hiç kimse kalmadı. Poli’nin köklü ailelerinden olan hata bugün Rumların Afrodit hamamları diye turistlere pazarladıkları yerlerin tümü bu aileye aittir. Bu ailenin bireyleri Hukuk,mimarlık ve geçen yıl 12 Ağustos’da vefat eden Hüsnü Feridun eğitim tarihimize çok şeyler katmış ve bunları kitap olarak da bizlere ulaştırmıştı. İlk olarak “Kıbrıs Türk Eğitimin Tarihçesi” kitabını daha sonra “Eğitimle Bir Ömür” eseri okuyucuyla buluşmuştu. Yıllar sonra bu iki eser Galeri Kültür Yayınlarından “Kıbrıs Türk Eğitim Tarihinden Bir Ömür” adıyla okuyucuyla bulmuştu. Bu değerli eğitimciyi ve yazarı unutmayacağız. Yattığı yer nur olsun.
Dr. Hüsnü Feridun, Kimya-fizik öğretmeni olarak 1951’de başladığı meslek hayatında ortaöğretim müfettişliği, eğitim ve kültür kolu başkanlığı, Maarif Encümeni başkanlığı yapan Hüsnü Feridun, ilk Türk Maarif Müdürüydü. 20 yıl boyunca UNESCO’nun Ortadoğu’daki genel ve mesleki-teknik eğitim programlarını yöneten, ülkeye döndükten sonra 1989-2001 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı’nda Eğitim ve Kültür İşleri Özel Danışmanı olarak görev yapan Feridun, bir dönem üniversitede öğretmen adaylarına ders de verdi.
Hayatı ve Kıbrıs Türk eğitim tarihiyle ilgili kesitleri bundan üç yıl önce Türk Ajansı Kıbrıs’a (T.A.K) anlatan Feridun, öğretmenlik yıllarıyla ilgili şu vurguda bulundu: “Çok iyi çocuklar yetiştirdik.”
Şimdiki eğitim sistemini de değerlendiren Hüsnü Feridun, “Anaokullarındaki eğitim iftihar edilecek noktaya geldi. Bu beni gururlandırıyor ama genel olarak eğitimin içinde bulunduğu durumdan memnun değilim. Eğitimdeki sorunları ele alan şura sonuçları tozlu raflara konmaktan ileriye gidemiyor. Eğitim sistemimizin, iktidarların yap-boz tahtası olmasını, müfredatların parti programlarına alet edilmesini önlemek ulusal davamız bakımından hayati önem taşıyor” şeklinde konuştu.
“Eğitimin doğru organize edilmesi şart” diyen Feridun,“Biz, okullar açıldığında her okulun binası, programı, öğretmeni tamam olacak diye bir prensip koymuştuk ortaya. Bundan şaşmazdık. Hatır gönül de yoktu. ‘Falan öğretmeni şuraya, falancayı buraya gönderin’ diyen mebuslara nazikçe kapıyı gösterirdim. Giderler beni Denktaş Beye şikayet ederlerdi, o da gülerdi…” dedi.
“Geçtiğimiz yıl 83 öğrencinin sınıf eksikliği nedeniyle eğitime başlayamaması beni çok üzmüştü” şeklinde konuşan Feridun, eğitimin Anayasal bir hak olduğunu hatırlattı.
Genç meslektaşlarına bir de hatırlatmada bulunan Feridun, “Elinde tebeşirle kara tahta önünde konferans veren öğretmen tipi artık tarihe karıştı. Unutulmamalı ki çocuk bir konuyu ancak kendisi o konu üzerinde düşündüğünde ya da düşündürüldüğünde öğrenir.”
KOLONİ İDARESİ VE KIBRIS TÜRK EĞİTİMİNE ETKİLERİ
Hüsnü Feridun, ilkokula Poli’de başladı. Erkek ve kızların ayrı eğitim gördüğü bu okula 4 yıl devam etti.
“1933-34 ders yılında koloni idaresinin pençesi Kıbrıs Türk eğitimini sardı. 1878’den beri Maarif Encümeni tarafından idare edilen müfredat programları Maarif Müdürlüğü’nün emrine verildi. Programlardaki milli bölümler kaldırıldı, ilkokullar 6 yıla çıkarıldı, Türkiye’den getirilen kitaplar yasaklandı. Bayrak çekme, milli renk kullanma ve marş söyleme yasaklandı. Sınıflardaki Atatürk fotoğrafları görünmez oldu. Türkiye haritasındaki küçük Türk bayrağı üzerine kağıt yapıştırılarak gizlendi…İngiliz törenlerine katılım okullar için zorunlu, çocuklar için sıkıcı oldu. Şimdi düşünüyorum da bu saçmalıkların, bu zorlamaların amacı neydi? Neye yarardı? Gülünçtü. Bizim evimizde Atatürk’ün eski Türkçe imzasını taşıyan güzel fotoğrafı en mutena yerde durdu, Türk bayrağı hiçbir zaman eksilmedi.”
BİR OKUL MÜDÜRÜNDEN DİĞERİNE MEKTUP: “SİZE BAŞARILI VE TERBİYELİ BİR ÖĞRENCİ GÖNDERİYORUM…”
Babasının tayini nedeniyle 4’üncü sınıfta Mağusa İlkokulu’na devam eden Hüsnü Feridun, “Poli’deki okul müdürü Hasan İzzet, Mağusa’daki okul müdürü İbrahim Sıtkı’ya ‘sana çok başarılı ve terbiyeli bir öğrenci gönderiyorum’ diye mektup yazmış… Okul değiştirmek bir çocuk için zordur… Benim için de zordu, titriyordum. Titriyordum ama babama da kapısına geldiğimizde, ‘okul dediğin böyle olur’ demiştim…”
GÜNEŞİN DOĞUŞU POLİ’DE PRATİK EĞİTİMİN KONUSU
“Eğitim köy ve kasaba okulları farklı mıydı?” soruma yönelik Feridun, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Köy okulları bambaşkaydı. Kara tahta-tebeşirden ibaret değildi…Eğitim çok yönlüydü. Mesela bahçemiz vardı ve orası bir nevi laboratuvar gibiydi. El işleri yapardık. Poli’de, Hasan İzzet Efendi’nin, bizi Eylül, Aralık ve Mart aylarında köyün en yüksek tepesine götürmesini, güneşin yıl boyunca silsile üzerinde değişen doğuş noktalarını kağıda çizdirmesini, mevsimlerin oluşumunu anlatmasını dün gibi hatırlarım…Köy okullarının birer birer kapatılmasıyla sonuçlanan bugünkü merkezi okullar sistemiyle acaba daha mı iyiye gidiyoruz? Düşünmek lazım. Elimde veri yok ama sanıyorum köy okullarında yetişenler hep iyi yerlere geldi…”
Mağusa İlkokulu’ndan sonra İslam Erkek Lisesi’nden giden Hüsnü Ferdiun, 1944’te buradan birincilikle mezun oldu. Okulun bir dönem Lapta’ya da taşındığını anımsatan Feridun, lise eğitimini şu sözlerle değerlendirdi: “Felsefeden astronomiye, jeolojiden sosyolojiye, biyolojiden psikolojiye birçok farklı alanda ders aldık. Hocalarımız o zaman lisenin elinde bulundurabildiği en kuvvetli kadroydu.”
“MEMUR OL DEDİLER, İSTEMEDİM”
Liseden mezun olduğu yılda 2’nci Dünya Savaşı’nın yaşandığını hatırlatan Hüsnü Feridun, “O dönemde yurt dışına çıkıp eğitim görmek mümkün değildi. ‘Memur ol’ dediler, istemedim. ‘Ben okumaya devam edeceğim’ dedim. Mühendis ya da öğretmen olmak istiyordum.”
Eğitimine Güzelyurt Öğretmen Koleji’nde devam eden Hüsnü Feridun 2 yılın sonunda, 1946’da buradan ilkokul öğretmeni olarak mezun oldu. Feridun, koleji “Çok iyi öğretmenleri ve güzel bir kütüphanesi vardı” diyerek hatırladı.
Hüsnü Feridun’un tayini Baf Ortaokulu’na çıktı ancak o Vakıflar İdaresi tarafından aldığı bursla, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde kimya öğrenimi görmeye gitti. “Dersler zor değil miydi” sorusuna da gülerek yanıt verdi: “Tabi zordu, vurduk kafayı, çalıştık.”
Londra Üniversitesi’nin her yıl Kıbrıs’ta düzenlediği Matriculation sınavına 1946’de girdiğini ve başarılı olduğunu da anımsayan Feridun, “Ben, Türkiye’ye gittikten sonra İngiltere’ye tıp eğitimi için burs verilmişti. Bunu gazeteden gören babam Lefkoşa’ya gelmiş, konuyu araştırmış ve bu başarımla İngiltere’de okuyabileceğim konusunda beni uyarmıştı. Mektubumda ona üzülmemesini, durumumdan memnun olduğumu bildirmiştim” dedi.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NDE SORDULAR: “DERSLERİMİZ TÜRKÇE, TAKİP EDEBİLECEK MİSİNİZ?”
Hüsnü Feridun, Türkiye’deki bir anısını da şu sözlerle paylaştı:
“İstanbul Üniversitesi Genel Sekreteri ‘Bizim dersler hep Türkçe, siz takip edebilecek misiniz?’ diye sormuştu bize okula ilk gittiğimizde. Türkçe konuştuğumuzu bilmiyorlardı. O yıllarda Türkiye’de Kıbrıslı Türkler hakkındaki bilgi bu kadar azdı…İstanbul’da 5 yıl kaldık. Dr. Necdet Ünel, Dt. Salih Saruhan ile aynı pansiyonu paylaştık.”
Türkiye’deki üniversite eğitimini de değerlendiren Feridun, “O yıllarda Türkiye’de bilim adamı azdı. Yeni yetişmiş doçentler vardı ama başlarındaki profesörler hep Yahudi’ydi” dedi.
“LEMAN’LA SINIF ARKADAŞIYDIK”
Eşi Leman Feridun ile İstanbul Üniversitesi’nde tanıştıklarını, sınıf arkadaşı olduklarını belirten Hüsnü Feridun, 1951 yılının eylül ayında evlenerek Kıbrıs’a yerleştiklerini anlattı, 1952’de oğulları Asım’ın, 1957’de Metin’in, 1960’da Ayhan’ın dünyaya geldiğini söyledi.
“Leman Victoria Kız Mektebi’nde göreve başladı. Öğretmen arkadaşlarıyla Victoria Kız Mektebi’ni tam teşekküllü bir ‘Lefkoşa Türk Kız Lisesi’ne dönüştürdüler. Bine yakın kız öğrencisi olan okulda 3 yıl öğretmenlik 15 yıl da müdirelik yaptı. İdealist bir öğretmen, disiplinli bir idareci idi. Her sabah öğrencilerin ayakkabısından saçına kadar titizlikle kontrol edilir, kıyafeti uygun olmayanlar evlerine gönderilirdi. Burası ayrıca disipliniyle ünlü bir okuldu. Lefkoşa Türk Kız Lisesi Türkiye’deki devlet imtihanlarında dereceye girecek kadar başarılı bir okul da olmuştu. Ben de İngiliz Okulu ve Kıbrıs Türk Erkek Lisesi’nde ders veriyordum. 1956’dan 1959’a kadar Maarif Müfettişi oldum. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nda Eğitim ve Kültür kolu başkanlığı yaptım. Liderler, Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş, Eğitim Hizmetleri yönetiminin Türk toplumuna devri sırasında bana önemli görevler verdi. Kıbrıs Türk Maarif Encümeni Başkanı ve Türk Maarif Müdürü oldum. Arkadaşlarımla Kıbrıs Türk Maarif Dairesi’nin kuruluş ve örgütlenmesinde öncülük yaptık. Türk Cemaat Meclisi’nin kuruluşundan sonra da bu Meclise bağlı olarak görevime devam ettim.”
“Bir nevi eğitim bakanlığı mıydı yaptığınız?” soruma yönelik Feridun, “Hayır, biz bakan değildik, bakmazdık. Biz çalışırdık. Bütün arkadaşlar…. Bütün okulların faaliyetleri biz organize ederdik. İnşaatlardan tutun da eğitime kadar. Bakın, şimdi Eylül olur Ekim olur okullardaki inşaatlar devam eder. Biz bu işlere Nisan’da başlardık. Ne kadar para lazım belirlenirdi. Parayı bazen bağışlarla, bazen Türkiye’den yardımlarla temin ederdik. Yazın inşaatlar biterdi. Yurt dışından şirketlerle de iletişime geçer, okullara laboratuvarlar kurdururduk. 1960’da Türkiye’den uzmanlar getirdik. Halk eğitiminden, köy kütüphanelerine varıncaya kadar ‘eğitimin geleceği’ diye 5 yıllık plan yaptık.”
20 YIL UNESCO’DA ÇALIŞTI
1967’deki ateşkesten sonra yurt dışına çıkışların kolaylaştığını hatırlatan Hüsnü Feridun “Çocuklarımızın istikbalini düşündüğümüz için yurt dışına taşınmaya karar verdik” dedi.
İş için UNESCO’ya başvurduğunu anlatan Hüsnü Feridun, Saray Otel’de üç kez mülakata girdikten sonra göreve kabul edildiğini söyledi. “20 yıl boyunca UNESCO’nun Ortadoğu’daki genel ve mesleki-teknik eğitim programlarını yönettim. Beyrut, Amman ve Viyana’da kaldık. Leman bu yıllarda çalışmadı, çocuklarla ilgilendi. Her iki yılda bir Kıbrıs’a tatile geliyorduk. Leman’ın öğrencilerini ve okulu çok özlediğini fark ediyordum. Gelir gelmez hemen okula gider, öğretmen arkadaşlarını ziyaret ederdi.”
“Ortadoğu’daki eğitim nasıldı?” sorusunu da yanıtlayan Feridun, “Hayran olunacak bir sistemleri yoktu” dedi ve yurt dışında zor zamanlar geçirdiklerini de söyledi: “Araplar kendi aralarında anlaşamıyorlardı. Öldürmeler, suikastlar. Silah sesleri….”
Kıbrıs’a döndüklerinde Beylerbeyi’ne yerleştiklerini söyleyen Hüsnü Feridun, çocukları Asım Feridun’un Londra’da, Metin Feridun’un Zürih’te yaşadığını, Ayhan Feridun’un İngiltere ve Türkiye’de çalıştıktan sonra Kıbrıs’a yerleştiğini söyledi.
“Rauf Denktaş yurda döndükten sonra beni aradı. ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu. ‘Bahçıvanlık yapıyorum, emekliliğin tadını çıkarıyorum’ dedim. Danışmanı olmamı teklif etti. 12 yıl Rauf Denktaş’ın Eğitim ve Kültür Özel Danışmanlığını yaptım.
[1] Polili yazar Nevzat Yalçın, çocukluk anılarında Afrodit Hamamları’nı şöyle anlatır: “(…) Podamos, büyü içinde büyü gibi, keşfedildikçe güzelleşen bir yerdi. Önü deniz, arkası dağlıktı. Yunan mitolojisinde Theseus ve Phaedra’nın iki oğlundan birinin adını taşıyan Akama’ya doğru, Afrodit’in Hamamları’nı, başka bir adla Fontana Amorosa – Aşk Pınarı’nı yeraltı sularıyle besleyen dağlardır oraları. Oturduğumuz yere birkaç dakika uzaktaki Afrodit Hamamları iki taneydi. Biz çocukların dilinde Büyük ve Küçük Saunası idiler. Küçüğüne daha çok giderdik. Daha eğlenceli olduğu için. Üst yanı ve yosun tutmuş duvarları hamam gibi kubbeleşmiş ‘Saunası’nın her yerinden sular sızar, zeminde toplanırdı. Ergenlik çağıma henüz ulaşmadığım o yıllarda, herhangi bir kadın gibi düşlediğim Afrodit’in o sularda nasıl ‘üryan’ yıkandığını düşünürdüm”