Laurel ile Hardy ve üç kafanın karışıklığı…

Abone Ol

“Pot” üstüne “pot” kırıyorlar…
Bir söyledikleri, ötekini tutmuyor…
İlk söylediklerini, arkasından inkâr ediyorlar…
Gerçekten; her ikisinin de kafaları karışık…
Karışık ama; öte yandan da her türlü “kurnazlığı” becerebilme yetenekleri var…
Biri; “devlet”te mali konularda bir miktar “tecrübesi” bulunan, aşırı heyecanlı, milliyetçi bir siyasetçi…
Ağzını, dilini, yeterince kontrol ettiği pek söylenemez…
Öteki; solculukla sağcılıkla alakası olmayan; her telden çalan, “toparlayacağız” diye diye “ayrıştırıcı”lığın harika örnekleri içinde batıp çıkan, tecrübesiz genç bir siyasetçi…
Bu iki kafadaki “enerji”ler birleşince; bir haftada siyaset kurumunu hallaç pamuğu gibi dağıttılar…
Bazan onları, ünlü Amerikalı komedyenler “Laurel ile Hardy”ye benzetiyorum…
Bizi güldürüyorlar…
Bir türlü “kafasını” toparlayamayan ve hükümet bozup kurmasıyla, bunu topluma pahalıya ödettiren Özersay, kalktı Anastasiades ile bir yemek yedi…
Aslında böyle bir “sosyalleşme” yadırganmayacak bir davranış olmasına karşın, yemeği; devletin en üst makamından ve halktan gizledi…
10 gün sonra bu “gizli yemek” ortaya çıktığında da gereğini yapmadı… Cumhurbaşkanı’ndan özür dilemedi…
Bu “gizli operasyon”un, Cumhurbaşkanı’na yönelik “saygısızlık” ve “etik dışılık” hatta “siyasi terbiye” bakımından yarattığı “tahribat” hiç de azımsanamaz…
Bu davranışı; Cumhurbaşkanı’na belki bir “gol atarım” kurnazlığı ile açıklanabilir… Bazı duyguları erken kabarmış olabilir…
Ancak attığı “gol” Kıbrıs Türk toplumunu küçük düşürmek anlamını taşıyor… Bunu duyumsamaması, siyasette önemli bir eksiklik olsa da, şükretsin ki; Cumhurbaşkanı Akıncı, ağırbaşlı bir “devlet adamı” gibi davrandı ve her şeye karşın onunla “diyaloğu” sürdüreceğini açıkladı…
Konunun; Yenidüzen’in ele aldığı ve Erhürman’ın değerlendirdiği gibi “Devletin zirvesinde diplomatik gerginlik” değil, bir siyasi etik meselesi olduğu kısa zamanda anlaşıldı…
Oysa aynı Özersay, Türkiye’nin “ayarladığı” İtalya gezisini ve hidrokarbon şirketi ile görüşmesini “gizli” tutmayı başaramamış, bu yüzden de İtalyan şirketinin yetkilileri “bir daha görüşmeyiz” diyerek bu yaptığını “fiyasko”ya dönüştürmüştü…
Arkasından Rus Büyükelçisi ile yaptığı görüşmeyi de “gizli” tutamadı ve basına aktardı. Büyükelçi de hepimizi aşağılayan açıklamalarla sayesinde; Kıbrıs Türk toplumunu rencide etti. 
Yani, Sayın Özersay’ın, yediği yemeklere ilişkin bu “üçüncü” gafıydı…
Yetmedi…
Arkasından Maraş “gafını” piyasaya sürdü…
17 Temmuz 2017’de tüm partilerin, TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile çizdikleri “ortak politik tavır” ortada dururken, Cumhurbaşkanı’nı “devre dışı” bırakmaya ve kendi “kafası” ile iş yapmaya yeltendi…
Tabii bu kez, karıştıran “kafa”lar üçlendi…
Bu arkaları sıvazlanan “Lorel ile Hardy” ikilisine daha büyük bir “kafa” önderlik ve yol göstericiliği yaptı…
Hatta işin içine “biat” da karıştı…
“Biat”çılar sandılar ki; üç kafa bir araya gelince, Maraş “seyran” olur…
Tabii; önce “hamaset”in doruklarında gezindiler, kafaları karıştırdılar ve sonra da “ayaklarını yere basarak” söylediklerinden “çark” ettiler…
Bu “ikili”den birisi “Maraş’ı Türk idaresinde açacağız” derken, öteki “Ne açması, biz sadece envanter yapacağız” gibi birbiri ile çelişen açıklamalar yaptılar…
İşin içine bir de “Las Vegas”ı karıştırdılar. Sonra Ersin Tatar “ağzımdan böyle bir kelime çıkmadı” dedi.
Ersin Tatar da, bu “ağızdan çıkanı kulağın duyması” konusunda sabıkalıdır…
Sayın Akıncı’ya “ayar vermek lazım” dedikten sonra, “ağzımdan öyle çıktı işte” diye açıklama yapmıştı…
Kısacası; bu “ikili”nin ilk “icraat”ları “kafa karışıklığı” olarak kayda geçti…
Önce söylediklerinden, epeyce vazgeçtiler… 
Ama; yaptıkları, gerçekten “siyasal etik” bakımından hiç de “Laurel ile Hardy” sempatisi taşımıyor…
Gülsek de, ciddiye almasak da; bizim siyasetimizin “kalibresi”nin diplere vurması, her Kıbrıslı Türkü incitmelidir…
Sağda da olsa, solda da olsa, Kıbrıslı Türklerin seçilmiş liderini “dışlama” girişimi en sert biçimde karşılık görmelidir…
Hele hele siyasetimize “dış müdahale”yi meşrulaştıracak bu gibi davranışlar, sivil toplumu hop oturtup hop kaldırmalıdır…
CTP’nin; yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle, “aman Akıncı puan toplamasın” endişesiyle bu konuda biraz “tutuk” davranmasını elbette yadırgadım. 
Ama bu “ikili”nin Çavuşoğlu ile beraber dokuduğu “tezgah” hiç de hafife alınamaz…
Çözümü “iki devletli” olarak gören ve Maraş’ı da “ganimet alanı” olarak planlayan “yeni fikirler”in Kıbrıslı Türklerin başına ne gibi yeni çoraplar öreceği tüm çözüm yanlılarının “gailesi” olmalıdır…
Bu “ikili”nin kafasında, “Maraş yüzde yüz Evkaf mülküdür” projesi vardır ve “envanter” işinin arkasından piyasaya sürecekleri “yeni fikir” budur…
Ankara ise; bu “Maraş ganimetçiliği”ne bir tek nedenle razı olmuştur… O da “Doğu Akdeniz’deki gerginlik sürerken Rumları biraz korkutalım”dan başka bir şey değildir…
Dilerim ki bu “üç kafadar”ın maceracı birlikteliği, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin başına yeni felaketler getirmesin…
Bu yüzden “uyanık” olmak bugünlerin en büyük gereksinimidir…