Madem “tedavüle” girmedi, sahte değil… Hele pişman olduysa; hiç değil…

Abone Ol

Yatıp kalkıp şükredelim…

Adam “Sahte diploma meselesi, Beşinci Kol faaliyetidir” de diyebilirdi…

Şükürler olsun ki demedi…

“Bu işler dış güçlerin, bizi yok etmek için giriştiği faaliyetlerdir.” de diyebilirdi…

Ama daha beterini yaptı… Sahte diploma konusunda, Yargı’ya “müdahale” gibi mesaj gönderdi; hükümete, suçluları kurnazca “affetmeye yönelik” teklif götürdü…

Oysa, “egemen” olduğunu iddia ettiği “devlet”in içinde;

Bizzat kendi sarayında, güvenlikle ilgili bir polisin…

Kendi imzasıyla “atanan” bir Özel Kalem Müdürü’nün…

Kendi atadığı bir önemli “mukayyit”in…

Diplomalarının “sahte” olduğu, mahkemede ortaya konduktan sonra, kendisinden “iki devlet” iddiasına çok daha yakışır biçimde davranması, tıpkı Sayın Erdoğan gibi “sahte diplomacıların inlerine ineceğiz” demesi ve çok yönlü soruşturmaya destek vermesi daha güzel olmaz mıydı?

Yapmadı… Ne sahte diploma olayında, ne de rüşvet olayında “toplum vicdanı”nı rahatlatacak bir tek kelime söyleyebildi…

Önce YÖDAK Başkanı’nı sırtlamıştı…

Hatta “garantörü” bile olmuştu…

Ama “kirlilik” o kadar fazlaydı ki, sonunda “istifa et” demek zorunda kaldı ve böylece kendini herhangi bir “sorumluluktan” sıyırdı…

Ya da öyle sanıyor…

Tüm bu yaşananların “toplum vicdanında” elbette bir karşılığı vardır ve olacaktır…

Ancak hiçbir kimse; Kıbrıs’ın kuzeyindeki yönetimi, bu yönetimin başındaki siyasetçileri yaşanan bu “skandallar”dan soyutlamak, ayrı tutmak hakkına sahip değildir…

En başta Sayın Tatar…

Ayrıca ülkenin Başbakanı…

UBP’nin, DP’nin, YDP’nin tüm bakanları…

Hatta Meclis’teki “vekilleri” bu “kirlenme”den sorumludur…

YÖDAK bugüne kadar iyi çalışmamışsa, onu atayan, hatta “arkasındayım” diyen Tatar’ın hiç mi sorumluluğu yok?

Ne yazık ki yaratılan “algı” işlenen suçlarla, yaratılan skandalların sanki bir başka dünyada meydana geldiği şeklindedir…

O kadar ki; polisle savcılığın mahkemede “ağır” biçimde suçladığı, kamu görevi yapan kişiler; derhal işten el çektirilmesi gerekirken, ya “izinli” sayılıyor, ya da “istifa et” davetiyle adeta korunuyor…

Bir “yumuşaklık” ki sormayın…

Saray’da görev yapan polis, daha tutuklanmadan önce Sayın Tatar, bir televizyona konuştu. Arkasından da resmi yazılı açıklama yaptı.

Ağzından bal akıyordu… Gene “adamlarını” bir arkalama, sırtlanma…

Özetle söylediği şuydu:

“Hükümetle toplantı yaptık, bir pişmanlık düzenlemesiyle bu diplomaların ortaya çıkarılması gerekiyor. Diplomasını tedavüle sürenle, sürmeyen arasındaki ayrımı zaten yargı yapacaktır. Ben buna yönelik bir çalışmadan bahsediyorum ki bu süreci hızlandıracaktır.”    

Bu ne şimdi?

“Ey şu ya da bu üniversiteden sahte diploma alanlar… Gelin, pişman olduğunuzu beyan edin… Diplomaları geri verin… Bu iş de kapansın…”

İşte; bir ülkenin en üst düzeydeki siyasetçisinin üretebildiği formül, toplumuna verebildiği mesaj…

Tabii, kendisi kabul etmese de, bu öneri; bir suçlunun affedilmesidir…

Suç işleyen birilerini koruma gayretidir…

Gerekçesi ise, af önerisinden daha saçmadır…

Sayın Tatar, açıklamasında; diploma alan, tedavüle sürmeyen varsa, polisi ve yargıyı yormadan bir formül bulmaktan söz etti.

Demek ki neymiş?

Niyet; polisi ve mahkemeleri yormamakmış…

Yani; bir suç ve suçlu “yargı” dışına kaçırılacak ve böylesine “basit” bir işle mahkemelerimiz meşgul olmak zorunda kalmayacak…

Fikir gerçekten harika… Dâhiyane bir “adamımı kurtarma” operasyonu…

Sanırsınız ki “yapay zekâ” Silihtar’ın oralara kamp kurmuş…

Bir muhteşem fikir de şu:

Çaktırmadan, “Savcılar, yargıçlar karar verecek tabii” diyerek, “tedavüle sürme” konusunu da gündeme getiriyor Ersin Bey…

Diplomasını tedavüle sürenle, sürmeyen arasındaki ayrımdan söz ediyor…

Onun bu sözlerinin ardından, tam 24 saat sonra, maiyetindeki polis memuru tutuklanıyor ve “susma hakkını” kullanarak konuşmuyor ama bir tek şey söylüyor…

“Diplomam Lefkoşa’dan öteye gitmedi. Nerede olduğunu bilmiyorum. Tedavüle sürmedim.”

Patronunun “tedavül” önerisinin ardından, sahte diploma ile suçlanan polisin ağzındaki “tedavül” sözcüğü “cuk” diye oturmadı mı?

Yani; “bu sahte diplomayı aldım ama çekmeceye koydum…”

Tıpkı “hırsız”ın çaldığı parayı “bir tamam” saklaması, harcamaması gibi…

O zaman da Yargıç; “İyi o zaman, madem sahte diploma hiçbir işe yaramadı, bu suç işlenmemiş sayılır” mı diyecek?

Üstünden bir de “pişmanım” derse, işte sana beraat…

Gerçekten döşenen taşlar buraya varmak için midir?

Bu toplum bunu yutar mı? Bizi bu kadar “ahmak” mı sanıyor kendileri?

Yargı’ya bunu yaptırma olasılığı var mı?

Sayın Tatar’ın Yüksek Mahkeme Başkanı’nı Saray’a çağırması, “yürütme”nin, “yargı”ya da hükmettiği görüntüsü oluşsun diye “kötü niyetli” bir girişim değilse nedir Tanrı aşkına? “Nezaket” gösterip oraya giden Anayasa Mahkemesi Başkanı, herhalde böylesi “hukuk dışı” taleplere yönelik yanıtını yerinde vermiştir.

Çünkü normal bir “devlet”te olmayacak görüntüler ve taleplerdir bunlar…

Yapılması gereken; bu “kirliliğin” dibine kadar gitmektir. Bunun için de “irade” gerekmektedir.

Peki bu “irade” nerede? İşte asıl sınav budur.