METİN MÜNÜR BASIN İÇİN BÜYÜK BİR KAYIPTIR
İlkokul son sınıfta iken bize bir öğretmen gelmişti. Çok sevecen ve çok sıcak bir insandı. Hatırlıyorum... Bizleri grup grup okulun kerpiç duvarı önünde durdurur, resimlerimizi çekerdi. Anımsadığım kadarı ile ismi Hasan’dı o öğretmenimizin.
O öğretmen benim ve Metin Münür’ün dahil olduğu grubu kerpiç duvarın önünde durdurmuş ve bir hatıra resmi çekmişti. O grupta ayrıca rahmetlik Erol Ali Riza ve Göksel Kalfa vardı anımdadığım kadarı ile.... Veya Londraya yerleşip sonra Kıbrıs’a gelen arkadaşımız Yılmaz İbrahim... Aradan zaman geçince insan bazı şeyleri unutuyor. Belki o resmi bulsam, köşemdeki yazımda da yayınlardım.
İlkokul sonda Metin İngiliz Okulu’na, ben de normal ortaokula girmiştik. Esasında İngiliz Okulu’ndan mezun olanların İngilizceleri mükemmeldi.
Lise çağarımızda tamamen birbirimizi kaybetmiştik. Sonra kimin nereye, hangi okula gittiğinin araştırmasını yapınca öğrendim sevgili Metin’in Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin basın yayın bölümünden mezun olduğunu. Herkalde bu tutku ona, Levent dayısından geçmişti.
Yeniden çocukluk yıllarımıza dönecek olursak, onun Yenicami sokağında Zafer Sinemasına dönülen köşedeki cumbalı evde yaşadığını gördük. Babası Münür dayı, Orman Dairesi memurlarındandı. Hemen hemen çocukluğum oralarda geçtiği için babasını hep yeşil renkli ormancı üniforması içinde görürdük.
Onların evleri ile Tanju Cafer’in evi ile karşı karşıyaydı. Bizim Nalbant Ahmet dayının oğlu Hasan da biraz ötedeki çıkmaz sokaktaydı. Oraları tam bir nostaljik sokaktı. Bize eskileri ve hatıraları yaşatan sokaklar...
Metin kardeşim hayat yollarına düşünce kendini gazete dünyasının içinde buldu. Pek çok gazetede köşe yazarlığı yaptı. Hep fikirleri ile insanların kanını tutuştururdu. Esasında onu hep sosyal demokrat kişiliği ile gördük gazete dünyasında.
Nerdeyse dünya çapında bir ün yapmıştı. Özellikle o mükemmel İngilizcesiyle BBC’nin Ankara muhabirliğini yapmaya başlamıştı.
BBC deyince geçen gün program yapımcısı dostum Yalçın Cemal’le onu anarken bir anısını anlatmıştı bana.
12 Eylül darbesinde Metin’in bütün yazıları Milli Konsey tarafından inceleniyormuş. Esasında yazılarında biraz da iğneli veya sivri ifadeler kullanması nedeniyle Konsey onu İstanbul’a sürmüş. “Sen artık Ankara’da değil, İstanbul’da yaşayacaksın” demiş ve o da tası tarağı toplayıp kapağı İstanbul’a atmış. Esasında o günlerde sivri ifadeler kullanmak yürek isterdi. Metin’de o yürek vardı. Yine de 12 Eylül’cülerin gazabından iyi kurtulduğunu söyleyebilirim.
Bir gazeteci doğruları yazınca nedense bazılarına batıyor kullanılan ifadeler. Ben de zaman zaman doğruları yazdığım için, nedense dışlandım yazı yazdığım gazeteden. Ama hiç önemli değil. Ben de, rahmetli Metin Münür de aynı insanlardık. Hiç değişmeyen ve doğruları yazan yazarlar.
Yıllar sonra Metin’le aynı berberde buluşmaya başlamıştık. O buluşmalar hep tesadürtü ve eski günleri yad ediyorduk. Bir buluşmamızda bana sitem etmişti.
“O kadar güzel kitaplar yazdın ama hiçbirini bana vermedin” deyince arabamın bagajındaki kitaplarımı kendisine imzalamış ve çok mutlu olmuştu. Hatta bir hikayemde ormancıların hayatını anlatırken, hem babası Münür dayıdan, hem de kendisinden bahsetmiştim. Çok da mutlu olmuştu. Kitaplarımı okuyunca bana telefon açarak teşekkür etmişti.
Esasında artık Kıbrıs’a yerleşmişti. Hayatını kendi memleketinde sürdürmek ve burada mutlu ölmek istemişti. Çatalköy’den bir ev almış ve o eve yerleşmişti.
Sonra ara ara görüşüyor ve hal hatır soruyorduk.
İnsan bazı şeylere üzülüyor. Metin’in vefatını oğlum Dr. Mustafa Güvenir’e bahsedince, her iki gözünü birden iki ay kadar önce ameliyat ettiğini söylemişti. Bu kadar kısa bir zamanda onu kaybetmek çok acı oldu.
Herşeye rağmen Metin Münür, bu toplum ve basın dünyası için çok büyük bir kayıptır. Onun yeri kolay kolay doldurulamaz.
Allahtan ona gani gani rahmetler versin. Ayrıca, yaslı ailesine başsağlığı dilerim.
Yattığı yer nur ve mekanı cennet olsun, benim güzel kardeşim Metin Münür’ün.