Mülk kapişarisi ve hakyiyiciler…

<p>Bu “mülkiyet” konusu gerçekten can sıkmaya başladı…</p> <p>Rum siyasetçileri ile medyası, diledikleri gibi “gündem” yaratıyor, bizler de peşlerine takılıyoruz…</p> <p>“Mülkiyet” konusunun bu kadar uzun süre kamuoyu önünde...

Abone Ol

Bu “mülkiyet” konusu gerçekten can sıkmaya başladı…

Rum siyasetçileri ile medyası, diledikleri gibi “gündem” yaratıyor, bizler de peşlerine takılıyoruz…

“Mülkiyet” konusunun bu kadar uzun süre kamuoyu önünde tartışılması, bana çok da “doğru” görünmüyor…

Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasındaki “sorun”u yalnızca mülkiyet sorunu olarak görmek, bu konuya odaklanmak, görüşme zamanının büyük bir bölümünde “mal-mülk”ten başka bir şey konuşmamak, Rum tarafının “stratejik” bir taktiği, hatta önceliği olarak görünüyor…

Peki, böylesine “çetrefilli” bir konuya aşırı bir hassasiyetle ve tüm konulardan önce odaklanmanın hiç mi yararı yok?

Bazı görüşler, “bırakınız, her iki taraf da eteğindeki taşları iyice döksün” demektedir…

Zor bir konuyu çözüme kavuşturursak, gerisi gelir demektedir…

Oysa; Kıbrıslı Türkler ile Rumlar; 1968den, 1974e kadar görüşme masasında sorunlarını görüşürken, “mülkiyet” diye bir başlık yoktu… Buna karşın yine “uzlaşma” sağlanamıyordu…

“Mülkiyet” aslında 1974ün yarattığı bir sorundur…

Daha da önemlisi; “mülk”ün işgalinden, el değiştirmesinden, dağıtılmasından, ganimetlenmesinden tüm Kıbrıslılar etkilenmemiştir…

1974te; Kıbrıslı Türkler, 120 bin dolayında idi. Güneyden kuzeye gelenler ise 45 bin dolayındadır… Yani, mülkiyet, nüfusun üçte birini doğrudan etkilemiştir. Kuzeyden güneye giden Kıbrıslı Rumların sayısının da 145 bin dolayında olduğu biliniyor. Bu sayı; toplam nüfuslarının yüzde 20si kadardır…

Yani; “mülkiyet”e bulaşmış, bundan nemalanmış ya da tam tersi kayba uğramış kişiler, Kıbrısta olası bir çözüm referandumunda oy kullanacak olan nüfusun yalnızca yüzde 20 ile 30u kadardır…

Gerisi; Kıbrısta çözüme destek vermek ya da referandumda “hayır” oyu kullanmak için başka gerekçelere bakacaktır…

Daha şimdiden; Rum Sözcü Hristodulidisin peşinden giderek “Kıbrıs sorununun özü mülkiyettir” demek yalnızca bir “takıntı”dan ibarettir…

1974ten önce Lefkoşada oturan bir Kıbrıslı Türk ile, Limasolda oturan bir Kıbrıslı Rum, bugün “mülkiyet” tartışmalarının dışındadır ve bu kesim için “çözüm” herhalde başka anlamlar taşımaktadır…

İşte bu noktada, bu “çoğunluğun” nabzını tutmak çok önemlidir…

Belki de, “mülkiyet”i bir müddet komisyona havale edip; kriterler ve kategoriler, hiyerarşik sıralama gibi “teknik” boğuşmayı oraya taşımak akıllıca bir iştir…

Tüm toplumunun hep beraber “mal-mülk” konuşması, neredeyse hepimizi “kadastrocu” yapacak…

Oysa; ben bir Kıbrıslı Türk olarak uzun listeler halinde yayımlanan “mülk kriterleri”nin içinde boğulmak istemiyorum…

Bir “tapu memuru” gibi, çözümü mülkler üzerinden okumak “çözüm isteği”mi maddeleştiriyor…

“Ama ne yapalım, dünya böyle” demekle de olmuyor…

Bugün, Kıbrıslı Türklerin bir bölümü; Rum mülklerinin “kapişarisi”nden dolayı Arif Hocanın deyimi ile hakyiyicidir…

Bu “hakyiyiciler” elbette can havli ile bağırıp çağıracaklardır… Hatta “tehdit” de savuracaklardır…

Bu gibi insanlardaki “Çözüm korkusu” az buz bir korku değildir…

Bu yüzden çözüm yanlısı güçlerin görevi, “mal-mülk” tartışmalarından süratle çıkmak, toplumu gerçek “kazançları” konusunda uyarmaktır…

Örneğin “yönetim” konusunda neden biz de “gündem” yaratamıyoruz?

Bu günlerde mülkteki “detaylar” kadar bir “bilgi”nin, diğer başlıklar esas alınarak dolaşıma girmesi gerekiyor…

Federal merkezi hükümetin yetkileri, Bakanlar Kurulunun oluşumu, Türk-Rum kurucu devletçiklerin yetkileri, parlamentoların oluşumu, seçim sistemi, hangi kurumlar “tek” olacak? Hangileri “çift” olmayı sürdürecek?

Dönüşümlü Başkanlık, sivil servisler gibi konulardaki “ilerlemeler” giderek “mülk” tartışmalarının yerini alırsa, aniden toplumda oluşturulan “dumanlı hava” dağılmış olur.

Buna toplumsal moral olarak da gereksinim vardır…

“Çözüm”ü sadece “mülk”ten ibaret gören “anlayış”ın korkutucu etkileri toplumu sarmalına alırken, yalnızca “vereceğimizi” konuşuyor duruma sokulmamız mutlaka önlenmelidir…

Peki bunu kim yapacak?

Tepedeki siyasi ve bürokratik kadrolarla, hükümet partileri ve çözüm yanlısı tüm sivil güçler…

Şimdi, sanırım en büyük gereksinim “yaratıcı fikirler” ile sürece katkı koymaktır…

Görüşme heyetlerinin dosyaları, bugüne kadar yerli ve TCli “dar” bir kadro tarafından düzenleniyordu… Türk tarafının “pozisyon”u böyle biçimleniyordu…

Bu yüzden eldeki bilgileri, geniş katılımlı çalıştaylarla güncelleyerek geliştirmek; belki denenmesi gereken bir yöntem olabilir…

Anketlerle de halkın nabzını sürekli olarak tutmak gerekiyor…

Görünen o ki; iş ciddiye binince, biraz da “şeffaflık” gereği bilgiler ortalığa dökülünce, herkes “kadastrocu” kesildi…

Neredeyse; görüşmecilerin cam bir odada oturmalarını, herkesin gözleri önünde ve canlı yayın formatında tartışmalarını, bizlerin de dilediğimiz anda çorbaya “maydanoz” olabilmeyi talep etmekteyiz…

Uzun lafın kısası; görüşmeleri “mülkiyeti”n domine etmesinden kurtarmalıyız…

Güven yaratıcı önlemlerde de eğitime öncelik veren yeni “insiyatif”ler geliştirmeliyiz…

Geciken ve aksayan önlemleri kamuoyuna “doğruca” anlatmalıyız…

Keşke; tek taraflı hiçbir resmi açıklama yapılmasa… Tüm açıklamalar, iki tarafın ortak açıklaması olarak halk ile paylaşılsa…

Bundan büyük “Güven Yaratıcı önlem” olur mu?